20 Ocak'ta Başkanlık koltuğunu devralan Donald Trump, Obama'nın mirasını hızla silmeye başladı. Ardı ardına imzaladığı kararnamelerle Beyaz Saray'da bir başkanın en çalkantılı ilk haftasına da imza atan Trump, bu sürede Obamacare olarak anılan sağlık sigortası reformunun iptalinden Meksika sınırına duvar örmeye, ABD'yi Trans-Pasifik Ortaklığı'ndan çekerek Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması'nı yeniden müzakereye açmaya pek çok sansasyonel adım attı.
Seçim kampanyası sürecinde de Amerikan ulusal medyasıyla kavgaya tutuşmuş olan Trump, seçimi kazandıktan sonra da savaşı sürdüren New York Times, CNN gibi yayın organlarını 'sahte haber'cilikle suçlamıştı.
Trump'ın en çok tepki çeken icraatı da, kampanya döneminde vaat ettiği, İran, Irak, Suriye, Sudan, Libya, Yemen ve Somali uyruklulara getirdiği 120 günlük ABD'ye seyahat yasağı yürürlüğe koyması oldu.
olarak adlandırılan bu kararnameye uluslararası alanda da tepkiler çığ gibi büyüdü. İlginçtir, Müslümanlar bombalanırken oralı olmayan hatta destekleyen, kimyasal silahlarla öldürülürken “Benim problemim değil” diyen, mülteci botlarında Akdeniz'de boğulurken “Onlardan nasıl kurtuluruz?” diye karalar bağlayanlar bir anda Müslümanlarla dayanışma içine girdi.
Elbette Müslüman ülkelerde ve bizde de 'Müslüman yasağı' tartışılmaya başlandı. Bugüne kadar Müslümanların da insan olduğunu aklına bile getirmeyen içimizdeki Obamaseverler, havaalanlarında gözü yaşlı Müslümanların fotoğraflarını göstererek Trump'ın nasıl da kötü biri olduğunu anlatır oldu. Bazı Müslümanlar da, naifliklerinden olsa gerek, havaalanlarında protestolara destek verilmesi gerektiğinden tutun, Trump'ın Obama'dan 'daha kötü biri' olduğuna ve her şeyin kötüye gideceğine dair bir dizi söyleme girişti.
Kusura bakmayın ama adı Hüseyin olan biri zaten geldi ve o seçkinci tavrıyla dünyayı daha da kötü bir hale, neredeyse 3. Dünya Savaşı'nın eşiğine getirip gitti.
Trump iyi mi kötü mü tartışması yeterince sığ, ve söylemeye bile gerek yok, fazlasıyla kötü. Ama anlık tepkilerle Trump'tan kurtulmak için Müslümanları bir araç olarak kullanmaya çalışanların kuklası olmaya da gerek yok. Nitekim ABD dediğin, Bush'un gidip Hüseyin'in geldiği, onun gidip Trump'ın geldiği, açıktan ya da gizliden fark etmez, kötülüğün Amerikan çıkarları adına şekil değiştirerek sürekli üretildiği bir yer. Kısa vadede hedefsiz protestolar yerine, ABD'nin karşı karşıya olduğu açmazı anlamakta uzun vadeli bir fayda var.
Batılı demokratların 2000'li yılların başından itibaren vurguladığı, son on yıldaysa 'demokrasi sandıktan ibaret değildir' şeklinde cümlelerle süsleyerek dış politikada baskı artırmak için kullandığı 'liberal demokrasi' kavramı, aynı zamanda karşı karşıya kaldıkları ikilemin de sonucu.
. Bugün sıkça karşılaştığımız 'liberal demokrasi', hukukun hakimiyeti, kuvvetler ayrılığı, ifade, toplanma, din ve mülkiyet özgürlüğü gibi temel hak ve özgürlüklerin olduğu ülkeleri ifade ederken, 'illiberal demokrasi' bunların olmadığı, ama yine de adil ve özgür seçimlerin yapıldığı, liderlerin halk tarafından seçildiği ülkeleri tanımlıyor. Lakin bununla kalsa iyi;
Tam da bu yüzden, Mısır'da demokratik yollarla seçilmiş lider Mursi'nin devrilmesi, liberal demokratlarca 'demokrasinin rayına oturması' olarak tarif edildi; “Esad giderse yerine Siyasal İslamcılar gelir mi?” diye endişelenirken Suriye'nin bu hale gelmesine izin verildi; Türkiye'de Erdoğan karşıtı saldırılar ve darbe girişimleri liberal demokratlarca desteklendi. Yani
Liberal demokratlar bunlar asla Batı'da olmaz diyordu ama işte bugün oluyor. Trump, 'Müslüman yasağı'nı uygulamayacağını söyleyen Adalet Bakanı Vekili Sally Yates'i 'ihanet'le suçlayarak görevden alınca Yates ABD'de bir 'direniş kahramanı'na dönüştü; ama aynı zamanda ABD gibi Başkanın sınırsız yetkilerinin olduğu bir ülkede, 'özgür dünyanın lideri' payesi verilen ABD Başkanının icraatları neticesinde, hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı, temel hak ve özgürlükler, yani özetle demokrasi tartışılmaya başlandı.