Yine hepimiz biliyoruz ki,
Türkiye ne zaman ki NATO'nun kendisine çizdiği güzergahtan çıktı; o zaman sokaklar karıştı, kaos, terör, suikastlar ve sonunda askeri darbeler yaşandı. Peki askeri darbeleri yaptıranların Türkiye'yle işleri o anda bitti mi? Darbeden sonrasıyla ilgilenmediler mi?
Adını doğru koyalım.
Milletin egemenlik üzerindeki hakimiyetini sınırlayan, bunun için yeni organlar, yeni iktidar ortakları kuranlar, bunu da darbe anayasalarının oluşturduğu zemin üzerine inşa edenler, sadece darbeyi yapanlar değil, aynı zamanda darbeyi yaptıranlardı. Yargıya, askeri bürokrasiye, emniyet ve istihbarat bürokrasisine sarsılmaz bir taht kurdular; Türkiye siyasetine bürokratik kurumları vasi tayin ettiler. Seçilmişler, parlamentoda bir hükümet kurmayı başarabilse de, ancak bu vesayetçi düzenin çizdiği sınırlar içinde çalışabildi.
Ankara ne zaman NATO çizgisinden sapsa, ne zaman vesayetçi bürokrasi aracılığıyla belirlenen rotanın dışına kaysa, dışarıda tezgahlanan, içeride oynanan bir oyuna sahne oldu Türkiye.
Cumhurbaşkanlığı makamıysa, bu vesayetçi düzenin tepesi, muhafızıydı yıllarca. 2007 Anayasa değişikliği referandumuyla, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine halkoylamasıyla karar verilerek başlayan değişim, 2014'te Cumhurbaşkanı'nın halkoyuyla seçildiği ilk seçimle fiilen başladı.
Siyasetin kontrolü ele almak için başvurduğu bu fiili durumun hukuki yola dönüşmesi, yani Türkiye'de Cumhurbaşkanlığı sistemini içeren anayasa değişikliği teklifinin kabul edilmesi sonucunda, bu değişim tamamlanacak.
Yeteri kadar açık konuşmuyoruz biliyorum. Ama yeteri kadar açık konuşmaya hazır mıyız, onu bilmiyorum. Yine de söylemek lazım;
Türkiye'nin son dönemde yaşadıkları bununla doğrudan bağlantılıdır. Gezi olaylarının, 17-25 Aralık'ın, birbirini takip eden terör saldırılarının, 15 Temmuz darbe girişiminin yanı sıra
. Suriye başta olmak üzere Türkiye'nin bölgede ve dünyada kendi menfaatlerini de hesaba katarak izlediği politikaların yanı sıra
. Türkiye'yi kara çalarak baskı altına alıp eski raylarına çekmek isteyenler, en hafif tabiriyle buranın
olduğunu söyleyerek eleştirmekte, ama aslında durumu özetlemektedir. Osmanlı Devleti'nin yıkılışından sonra İngiliz otoritesinin, 2. Dünya Savaşı sonrası gerçekleşen güç transferi sonrası ABD'nin Avrupa'daki uzantısı NATO'nun kontrolü altında kalan Türkiye, ilk kez tamamen bağımsız olma mücadelesi vermektedir.
Aynı zamanda Türkiye'de halkın 'evet' dediği bir sistem değişikliği, bölgenin, Avrupa'nın, NATO'nun ve dünyanın geleceğini de etkileyecektir. NATO üyesi bir Türkiye'nin vesayetçi düzenden kurtulması, bağımsızlaşması, bugüne kadar sadece Avrupa'yı Doğu'dan ve Güney'den koruma göreviyle vazifelendirilmiş olan ülkemizin kendi hakları üzerinde daha da inatçı olmasına, elinin kuvvetlenmesine ve sonunda ABD ne derse onu yapan NATO ülkeleri arasındaki homojenliğin bozulmasına ve zaman içinde çıkacak iç çatışmalara neden olur. Türkiye'yi müteakip diğer ülkelerin de kendi menfaatlerini ABD'nin çıkarları üzerine koyduğu Kuzey Atlantik Paktı'nda ABD'nin elinin zayıflaması, dünya üzerindeki kontrolünün azalmasına, küresel dengelerin ve dünya düzeninin değişmeye başlamasına yol açar. Dolayısıyla Türkiye'de sistemin değişmesi, NATO'nun geleceği için, ABD'nin yürüttüğü tek kutuplu dünya düzeninin devamı için
dir. Bu yüzden ABD, 'müttefik' demeye dilimizin varmadığı işler yapmakta, terör örgütlerine açıkça destek vermekte ve Ankara Büyükelçiliği'nin resmi Twitter hesabından Nihat-Erim-Richard Nixon fotoğraflarını #tbt etiketiyle, yani 'Ne günlerdi' diyerek paylaşmaktadır. Çünkü
Eğitimi, algılayışı, düşünme biçiminin iskeleti dahi şu malum 'liberal demokrasi' sisteminin üzerine inşa edilmiş bir toplumun, bu sistem dışındaki dünyayı tasvir edebilmesi, sistem değişirse bizi nasıl bir dünyanın beklediğini tahayyül etmesi elbette zor. Çünkü Batı, kendi dışındaki dünyayı kötü, tehlikeli, antidemokrat, illiberal olarak zihnimize en başta kodlamış. O zaman bağımsızlık korkusunu yenebilmemiz için önce zihin kodlarımıza 'rest' atmamız şart.