|
Üşümeyi bilmeyen çocuklarımız

Aç kalmak kadar zor ve örseleyicidir üşümek. Kışın soğuk havasında sıcak bir mekân bulamamak. Tüm vücudu alarma geçirir soğuk. Titrersiniz, vücudunuzun bazı bölümlerini hissetmemeye başlar ve sonunda, soğukla temas eden alanınız azalsın ve donmasın diye büzülüp küçülürsünüz. Artık eskisi kadar soğuk olmuyor havalar. Olsa da soğuktan etkilenmemek için her şeyi planlıyoruz. Yürümüyor, araçla gidiyoruz her yere. Dışarıda oturup kahvelerimizi yudumlarken dahi soba yanıyor yanı başımızda ya da tepemizde. Evde yaz kıyafetleri ile dolaşıyoruz, nasıl olsa açtık mı kombinin düğmesini ev fırın gibi oluveriyor.



Hâlbuki üşümek hayatın parçasıydı bir zamanlar. Sabah, vücut ısısıyla ısınan yataklarımızdan çıkamaz, sobanın henüz ısıtmadığı soğuk odada annemizin “kalk artık okula geç kalıyorsun” komutunu duymazdan gelirdik. Adeta donmak üzere olan bir suyla abdest almak cesaret isterdi. Gece boyu sobanın yanık kalması bir lüks idi. Derecesine keyfimize göre ayarlayacağımız kombilerimiz yoktu. Metrelerce uzaktaki okulumuza giderken kara gömülen lastik ayakkabılarımızın içine su girer, dizimize kadar ıslanırdık. Çantalarımızı taşırken adeta donardı ellerimiz. Orlon eldivenler ellerimizi ısıtmazdı ama yine de giyerdik. Kapımızın önünde sıcacık konforuyla bekleyen bir servisimiz asla olmadı.



Okula gelince sobanın başında ellerimizi ısıtır, pantolonumuzun paçalarını kurutmaya çalışırdık. Teneffüslerde soğuk havaya inat sürekli hep dışarıdaydık. Koşar, kayar, düşer kalkar ve dönerdik sınıflarımıza. Annelerimiz “aman teneffüste dışarı çıkma hasta olursun” diye tembihlemezlerdi bizi. Okulda soğuk ve yağışlı havalarda bahçeye çıkma yasağı da yoktu. Kimse engellemezdi sizi bahçeye çıkarken. Ders bitip de evin yoluna koyulduğumuzda, kar üzerinde futbol maçı ya da naylon çantalarımızı kızak yapıp tepelerden slalom yaparak soğuk havanın tadını çıkarmak olurdu ilk işimiz.



Her yerimiz ıslanmış, kıpkırmızı bir yüz ve donmuş ellerimizle eve geldiğimizde kızmazdı annelerimiz. Hasta olacaksın ya da ne bu halin diye. Soba borusuna asılmış kurutma aparatının işi buydu. Hemen kururdu kıyafetler ve hazır olurdu yarına. Kuruyan pantolonların en iyi ütü yeri de yatakların altı idi. Sabaha kadar ütülenirdi burada pantolonlarımız. Sobanın yandığı tek sıcak odada yaşardık. Herkes işine bakardı. Kimse “ders çalış” demezdi ve ödevlerimizi takip etmezdi. Kömür ve odun taşımak gerekirdi zaman zaman. Sobanın küllerini atmak meziyet istemezdi ama kömür sobasının nasıl yakılacağını bilmek için kursa tabi tutulmak gerekirdi. Her okul dönüşü sıcak evimize girdiğimizde, sobadaki odun çıtırtılarını duyup, ateşi gördüğümüzde şükrederdik.



Hayatı anlamsızlaştıracak kadar kolay kılmak en büyük tehlike insanoğlunun önündeki. Tek düze, korunaklı, sınırlı bir yaşam vadetti modernite bize. Teknolojik kolaylıklar insanoğlunun önündeki engelleri aşmasını sağladı ancak mutluluk çemberi çok daraldı. Sorunlar çözüldükçe, engeller aşıldıkça, yürekler ferahlamadı, aksine daha fazla sıkıldı. Şükretmeyi unuttu insanoğlu. Üşümeyi öğrenemedi ki çocuklarımız yuvaları sıcak olduğu için şükretmeyi öğrensin. Fırsat da tanınmadı onlara. Böylece ısınmanın kıymeti olmadı onlar için. Soğukta kalmanın acısını hissetmediler. Dolaptaki bir hırkasını sokakta kalmış, evinde soba olmayan bir çocuğa vermek için biraz üşümeleri gerekti. Üşümeyen sıcağın kıymetini bilemez ki.


#Üşümek
#Çocuk eğitimi
7 yıl önce
Üşümeyi bilmeyen çocuklarımız
Adıyaman’da provokasyon veya Adıyaman’a operasyon…
Brooklyn Köprüsü işgal edilince mi anlayacaklar?
Muhafazakâr ve demokrat kimliğin yeniden inşası…
Şiirde kelime seçimi
Dârü’l-İslâm kurulmadan Dârü’s-Selâm kurulamaz…