|
Kaosla düzen arasında Ortadoğu

Medeniyetlerin beşiği olup, Batı Avrupalılar tarafından “Ortadoğu/Yakındoğu/Ön Asya” olarak adlandırılan eski dünyanın merkezi, Anadolu'nun diğer adı olan Küçük Asya ile birlikte birçok sorunu içinde barındırdığı gibi, İki asrı aşkındır “Düvel-i Muazzama” nın kurduğu dengeler (!), Sykes-Picot mutabakatının öngördüğü şekilde cetvelle çizdiği sınırlar içinde cadı/kaos kazanı haline gelmiştir. Medeniyetler beşiği ve Eski Dünya'nın merkezi olarak Ortadoğu, bunun ağırlığını/yükünü olabildiğince üzerinde taşıyıp hissediyor. Yanı sıra, stratejik konumu ve dünya enerji kaynakları açısından önemli bir zenginliği barındırması da buna eklenince bir türlü başı beladan kurtulamıyor.



Osmanlı döneminde, şöyle ya da böyle bir Pax-Ottomana denilecek bir yapı söz konusuydu. Bağdat, Şam, Halep, Diyarbekir, Musul gibi merkezlerde kargaşalıklar eksik olmazsa bile bugüne göre çok daha istikrarlı/huzurlu bir yapı bölgede hüküm sürmekteydi. Harb-i Umumi sonrasında bölgede oluşturulan işgal ve Sykes-Picot'a dayalı statü, İkinci Cihan Harbi akabinde ortaya çıkan yeni ulus-devletler ve askeri rejimler bu huzuru bozdu. Şimdilerde ise askeri rejimler ve diktatörlükler çökerken, Suriye, Irak ve Yemen işgal ve iç savaşlarla parçalanırken, Mezhebi ve etnik gerilimlerle birlikte iyice kaos ortamına dönüşüyor.



Son yıllarda Irak'ın işgali, Suriye'deki iç savaş DAEŞ ve Kürt Meselesi çerçevesinde bölgeyi yeniden şekillendirme, haritaların bölge insanı aleyhine çizilmesi senaryoları, süregelen olaylarla bitiştirildiğinde günümüze ve geleceğe ilişkin ürkütücü tablolar ortaya çıkmaktadır.



Üzerinde yaşadığımız bu coğrafyanın mezhebi ve etnik yapıları da göz önüne alındığında, bölge sorunlarına gerçek anlamda zihin yoranları, bizleri hafakanlara sokmakta, kâbuslar gördürmektedir. Başta, Batıdan bölgeye sürekli pompalanan ve Arap Baharı ile özdeşleştirilen “güzel gelecek ve özgürlük” rüya ve hülyalarının artık tam bir Hazan'a dönüşmesinin yol açtığı maceraların nerede duracağı, nasıl kanlı neticeler hâsıl edeceği tahmin bile edilememektedir.



Bir yandan Ortadoğu ve Küçük Asya'nın yeniden şekillendirilmesine ilişkin, Soğuk Savaş döneminin sona ermesinin ardından, 90'lı yılların hemen başından beri öngörülen yeni siyasi yapılanma, diğer yandan bölgenin etnik ve mezhebi dengeleri üzerinden sergilenmek istenen proje ve senaryoların doğuracağı sorunlar insanı derin endişelere sevk etmektedir.



Ortadoğu ve Küçük Asya'da son 100 yıldır yaşanan hercümerç, özellikle bugün gelinen kritik nokta ileride belki çok daha büyük olayların habercisi niteliğindedir.



Kuzey Atlantik'in doğu ve batısının yüzyıllardır Ortadoğu ile olan ilişkisi sürekli sancılı olagelmiştir. Dahası Helenistik ve Roma imparatorluğu döneminden beri bunun böyle olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle Haçlı Seferleri ile başlayan kutsallıkla bitişen alakanın ideolojiler ve Düvel-i Muazzama ile birlikte daha travmatik ve kanlı bir çizgi izlediği ortada. Batı'da Armageddoncu Evangelistlerin bu yöndeki senaryoları ve tutumları bu alakanın olası korkunç trajedi ve travmalarla neticelenmesine gebedir.



Son 5-6 yılda, Suriye, Irak ve Yemen'deki iç savaş ve kaosun artışı şeklinde seyreden gelişmeler, uzun süren Resmi İdeolojinin etkisi ile oluşan statüko ile Ortadoğu coğrafyasına bigane kalıp yabancılaşan Türkiye'yi bölge denklemine dahil ederken Türkiye'yi de adeta bir bela ve kargaşanın içine çekti.



Türkiye'nin Paris/Londra merkezli, Batı Avrupa'ya endeksli statükocu dış politikası ve hâriciye kadrosu 20'li yıllardan itibaren yabancılaştığı Orta Doğu'ya ilişkin yeni bir siyasal zemin asla oluşturamadı. Türkiye'nin resmi ideolojiye dayalı statükocu kireçlenmiş hâriciye kadrosu Orta Doğu'ya ilişkin, kayıtsızlık/ilgisizlik siyasetinde ısrar ederken, hâriciyeyi önemli oranda teslim alan bir kısım neo-ittihatçı kadrolar da, ciddi bir öngörüsüzlük sergileyerek, Suriye ve Irak özelinde, Türkiye'yi büyük bir handikapa, prangaya düçar ettiler.



Özellikle Armageddoncu Evangelistlerin içimizdeki bir kısım uzantıları politik arenada ciddi bir etki göstererek bölge için kaosu öngörüp aşıladı. Suriye'de kanlı bir Hazan'a dönüşen olayların ve Anadolu Coğrafyası ile Ortadoğu arasında yeni duvarlar olarak öngörülen PYD koridorunun hazırlayıcısı oldular. Suriye'deki Kürt nüfus içinde %10 bile desteğe sahip olmayan PYD gibi Stalinist bir örgütlenme, Re'sulayn/Seré Kani'den Menbiç'e kadar Türkiye sınırının diğer tarafında kanton teşkil edecek kadar hakim duruma getirilerek Kürt sorununun çözümüne darbe vurdu. Musul operasyonuna da baktığımızda, Haseke, Tel Ebyad/Giré Sipi, Re'su'l-Ayn/Seré Kani ve Menbiç'in başına gelenlerin, Sincar/Şengal üzerinden, Musul'un başına gelebileceği endişesi oluşmaktadır. DAEŞ'in ve Musul operasyonunun bölgede iyice parçalanmaları ve süregelecek kaosu öngören amaçlar doğrultusunda araç oldukları gözden kaçmamaktadır.



Son yıllarda Türkiye-İran ilişkilerinin seyrinde, Irak'ın işgali akabinde, Suriye'deki iç savaş, DAEŞ'in ortaya çıkışı, Yemen'deki iç savaş Suriye ve Irak'ın konumu temel belirleyici faktör olarak ortadadır. Böyle bir süreçte ortaya çıkan birçok belirsizlik herkesi geleceğe ilişkin ciddi bir endişe ve ürküntüye sevk etmektedir. İran''ın son süreçte Irak, Suriye, Lübnan Ve Yemen üzerinden Akdeniz'e, Kızıldeniz'e açıldığı kanısından/vehminden hareketle, Türkiye'nin Ortadoğu'ya yönelik açılımlarını bir rekabet ve tehdit algısı üzerinden okuması, mezhepçilik üzerinden uyuyan fay hatlarının diriltilmesi bölgede olası büyük çatışma alanlarının oluşmasına zemin hazırlamaktadır. Bugün dünya dengelerinin de çok daha karmaşık bir yapıya/denkleme doğru ilerlediği bu ortamda Türkiye için, her zamankinden çok fazla âkilane ve uzun vadeli, bölge barışını, Ümmetin maslahatını önceleyen bir dış politikaya, hâriciye kadrosuna ihtiyaç hissedilmektedir.



Devam Edeceğiz.

#Ortadoğu
#PYD
#Evangelistler
#Sykes-Picot
8 yıl önce
Kaosla düzen arasında Ortadoğu
Memurlar ve işçiler arasındaki 10 önemli fark
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü