|
Mülteci bekleyişler..
Jurgen Habermas, 19'uncu yüzyılda ortaya çıkan teknolojik gelişmeler neticesinde insanların doğa üzerindeki teknik tahakkümlerinin, 20'nci ve 21'inci yüzyıllarda insanlar arası ilişkilere yansıdığını belirtmektedir. Ancak Habermas, bu durumun sosyal çevrede insanlar arası iletişimi etkileyen en büyük tehdit olduğunu da ifadelerine ekler. Bu sebeple insanın insana ve insanın doğaya karşı yaklaşımlarının birbirinden farklı süreçler olduğunu ve sosyal iletişimin sağlıklı işleyebilmesi için insani diyalogların artırılması gerektiğini savunur.

Yeni Zelanda'da sahile vuran balinalar örneğine bakılırsa durumu daha iyi anlayabiliriz. Geçtiğimiz aylarda Yeni Zelanda'nın batı sahilinde yaklaşık 200 balina karaya vurmuştu. Yapılan ilk iş, bu ilginç durumun sebebinin araştırılmasıydı. Ortaya çıkan ilk sonuç, denizlerin aşırı derecede kirlenmesi, buna bağlı olarak balinaların yönlerini kaybetmesi veya sürü psikolojisiyle hareket etmeleri neticesinde bir balinanın intihar davranışının diğer balinalar tarafından taklit edilmesiydi. Kıyıya vuran balinalardan sağ kalanların bir kısmı yoğun ilgiler neticesinde tedavi edilerek okyanusa bırakılmıştı.

Hal böyleyken aynı koşullardaki mültecileri düşünmemek olmazdı. Evet sahiden ya mülteciler? Onlar da balinalar gibi mi bir muamele göreceklerdi? Yaşam alanları tahrip edilen, kendi vatanlarında yaşayamaz durumda olup çareyi kaçmakta bulan bu insanlar, denizi kısa bir süre de olsa kurtuluş kapısı olarak görmüştü.

Aynı hazin sonu yaşadıklarında yani gidecekleri yere ulaşamadıklarında Avrupalılar tarafından aynı zihinsel yanıtla karşılandılar. Bu bencil insanlık dersi düşünüldüğünde bireyden, bireysel değerlerden söz etmeyi maharet sayan; ancak bunu yalnızca kendi halklarına uygulayan daha doğrusu terazinin kefesini salt kendisine doğrultan bir Avrupa Birliği karşımızda beliriyor.

Uzun süredir devam eden anayasal vatandaşlık çalışmalarının temel hatlarının belirgin olarak çizildiği bir ortamda, Avrupa Birliği ülkeleri sadece kendi vatandaşlarının refah ve huzurunu düşünüyor. Mültecileri ise teknik bir sorun olarak görüyorlar.

Zaten mültecilik kavramı başlı başına bir sorunken bu problemlerle de yüzleşmek durumunda kalıyor: açlık, kabul görmemek, sınır dışı edilme... Yolculuk fikri her gün ölüm korkusunun olduğu bir ortamda kolayca alınıveriyor. Sonra da özgürlüğe giden yol genellikle bir denizde veya okyanusta beliriyor.

Coğrafi konuma bağlı olarak değişen rotalar da söz konusu. Ülke seçenekleri farklı; ancak yolculuklar hep aynı şekilde seyrediyor. Eğer Suriye üzerinden kaçılıyorsa muhtemelen en uygun rota; İzmir'den Yunan adalarına, oradan da istenilen noktaya geçmek şeklinde. Ancak geçiş o kadar da kolay olmuyor. Mafya, kaçakçılar, sahil güvenlik vs… pek çok sıkıntı onları bekliyor.

Yolda botların su alması, yüzme bilmeyenlerinse çaresizce can vermesi. Yunanistan'a varınca işler bitmiyor tabii. Sahte pasaportların ayarlanması, resmi başvurular, sınır sorunları gibi konuların tamamlanması. Bu süreçleri atlatabilen mülteciler Avrupa'ya varabiliyor.

Doğal seleksiyon işte… Güçlüler, hasta olmayanlar ve parası olanlara “hoş geldin" diyorlar… Geri kalanların akıbeti için yapılan şey ise bitmek tükenmek bilmeyen toplantılar yapmak. Yani her şey teknik süreçlerden ibaret…

Anayasal vatandaşlık çalışmalarında mültecilere ayrılan bölüm ise toplantılardan ibaret. Akdeniz'de art arda gelen ve yüzlerce kişinin ölümüne yol açan tekne faciaları karşısında AB liderlerinin hiç bitmeyen görüşmeleri hala devam ediyor… Mültecilerin yapması gereken tek şey beklemek, belki de sonsuzluğa uzanan bir çaresizlikle beklemek, beklemek…
#Jurgen Habermas
#Muhammed Berdibek
#Mülteci Bekleyişler
8 yıl önce
Mülteci bekleyişler..
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle