|
Üç Büyükler: Niagara, İgauzu ve Viktorya Şelaleleri

Dünya gezdikçe küçülen bir alan. Fakat hemen her yerin kendisine has bir dokusu, güzelliği ve tadı var. Gördüğünüz her alan, hem bilgi dağarcığınız genişletiyor hem de muhteşem anlar ve anılarla donatıyor benliğinizi.

Bu kez, gördüğüm mekânlar arasında Zimbabwe ve Zambiya var. İki ülke ilk kez 1888’de İngiliz sömürgeci İngiliz Cecil Rodez tarafından kolonileştirildikleri için uzun bir süre, Rodezya soyadından da ilhamla, Güney Rodezya ve Kuzey Rodezya olarak anılır. Kuzey Rodezya 1965’te Zambiya ismini almasıyla, Güney Rodezya da sadece Rodezya olarak anılmaya başlanır. Yani ırk temelli ve beyazların üstünlüklerine dayanan sistemle yönetilen iki devletten biri olan Güney Rodezya bu sistemi sonlandırmış olur. Rodezya ise bütün baskılara rağmen; Apartheid rejimini sonlandırmaz. Öyle ki ülkenin Başkanı Ian Smith, “beyazların üstünlüğü bin yıl sürecek” diyerek rejimin katılığını bir kez daha ifade eder. Fakat istenilen olmaz. Uluslararası baskılara daha fazla dayanamayan Rodezya Apartheid sisteminin çöker ve ülke 1980’den itibaren Zimbabwe adını alır.

İki ülke bağımsızlığını kazandıktan sonra işler pek de yolunda gitmez. Her iki ülke de önceki dönemlerine kıyasla daha da fakirleşir. Bunda yönetim sorunlarının yanı sıra beyazların ülkeyi terk ederek buradaki üretim araçlarını yanlarında götürmelerinin etkisi büyüktür. Zambiya, daha erken bir dönemde apartheidden vazgeçtiği için daha hızlı bir toparlanma sürecine girer. Böylece Zambiya, Zimbabwe’ye göre daha iyi bir konuma geçer.

Zimbabwe’nin başkenti Harare ve Zambiya’nın başkenti Lusaka’da dolaşırken de bunu gözlemlemek mümkün. Fakat yine Harare’nin daha derli toplu görünmesine rağmen Lusaka daha modern görünür. Bunun dışında, buralarda zihinlerde oluşan Afrika imajına hiç takılmadan gece gündüz güven içinde dolaşılabildiğini de söylemek gerekir.

Uzun bir girizgahın ardından asıl konuya girersek Zambiya ve Zimbabwe’nin kaderi pek çok yerde örtüşüyor. Belki de bunun en dikkat çekici kısmı turizm. Turizm denince de Viktorya Şelalesi ilk akla gelenler arasında. İki ülkenin Viktorya Falls(Zimbabwe) ve Livingstone(Zambiya) şehirleri arasında kalan bu şelale, dünya mirası açısından büyük bir öneme sahip. Zira burası, dünyanın en büyük üç şelalesinden biri olarak anılıyor. Ancak Viktorya Şelalesine gitmek oldukça meşakkatli… Türkiye’den direk uçuş olmadığı için buraya ya Etiyopya ya da Güney Afrika aktarmalı gidilebiliyor. Şelaleye giden yol, sizleri ne denli yorsa da Viktorya Falls bölgesine girdiğinizde şelalenin sesini duymak ziyaretçilere büyük keyif veriyor. Şelalenin yakınında bulunan konaklama yerleri de başka bir güzellikte. Sabah kalktığınızda hemen yanı başınızda beliren yaban domuzu, babun ve şempanzeler doğal ortamın güzelliğini sunmaya yetiyor da artıyor. Güzel bir kahvaltının ardından şelaleyi daha derinden incelemek için yola çıkıyoruz. Bu esnada zihnimize çeşitli sorular geliyor. Niagara mı İguaza mı yoksa Viktorya mı? Acaba diyorum. Hangisi daha görkemli…

Merakım az sonra girdiğim ulusal parkta son buluyor. Öncelikle olabildiğinde geniş bir arazide su sesinin hakimiyetini fark ediyorum. Ardından bazı yerlerde sisin, bazı yerlerde de yağmurun güzel etkisi… Elbette bu, bildiğimiz yağmur değil, şelalenin etkisiyle kaynak su kütlesinin yağmuru andırırcasına üstümüze dökülmesiydi. İnternette yaptığım araştırmalar neticesinde Zimbabwe tarafındaki manzaranın daha iyi olduğunu öğreniyorum. Bu sebeple Zambiya tarafındaki beklentimi biraz daha düşük tutuyorum. Derken yürüyerek diğer tarafa geçiyoruz. İki ülke arasındaki sınır bir köprü ile sağlanmış durumda. Bu köprü aynı zamanda Bungee Jumping gibi doğal aktivitelerin gerçekleştiği bir yer. Önce sporu yapmaya niyetleniyorum fakat köprüden atlayan birini görür görmez kesin olarak vazgeçiyorum. Köprüden geçer geçmez Zambiya tarafından şelaleyi izlemeye başlıyoruz. Elbette daha güzel. Hemen her noktada gökkuşağının renklerine rastlıyoruz. Her şey çok keyifli.

Viktorya Şelasi için anlattığım ve gözlemlediğim pek çok yorum ve gözlem İguazu ve Niagara için de geçerli. Fakat bazı teknik farklılıklar, benzerlikler ve detaylar olabiliyor. Diğer şelaleler de yani İguazu ve Niagara da iki farklı ülkenin sınırları arasında yer alıyor mesela. İguazu, Brezilya ve Arjantin arasında yer alırken Niagara; ABD ve Kanada arasında bulunuyor.

Niagara, fazlasıyla turistik amaçlı kullanıldığı için izleyicilere çok da doğal bir alan sunmuyor. Fakat debisi oldukça yüksek: 2.400 metre küp. Bu arada İguazu’nun 1745 metre küp, Viktorya’nın da 1100 metre küp debiye sahip olduğunu hatırlatmak gerekir. Bu açıdan Niagara’nın görüntü ve sesin zihinlerde uyandırdığı his muhteşem.

Yükseklik bakımından ise Viktorya Şelasi 107 metre ile açık ara önde. Bunu 82 metre ile İgauzu, 51 metre ile de Niagara takip ediyor. Belki de bu yüzden Viktorya’da sis oranı daha fazla hissediliyor.

Genişlik bakımından İguazu 2700, Niagara 1200, Viktorya ise 1737 metrelik bir alana yayılmış durumda. Ancak görüntü, ihtişam ve izleyiciye verdiği haz açısından bence İguazu açık ara önde. Ayrıca buraya daha yakından bakmak da mümkün. Özellikle Brezilya tarafı tam anlamıyla muazzam. Bu şelalenin zihnimde daha fazla yer etmesinin ve daha çok beğenimi kazanmasının bir sebebi de başrollerini Robert De Niro ve Jeremy Irons’un oynadığı Görev(The Mission) filmi ve Enrio Morricone’nun müzikleri olmalı.

Elbette her alan; zamana ve yanınızda bulunan kişilere göre farklı anlamlar kazanabilir. Sizi hangisi daha çok etkiler bilmem ama hemen hepsi de dünya gözüyle görülmeye değer.

#Niagara
#İgauzu
#Viktorya Şelaleleri
7 yıl önce
Üç Büyükler: Niagara, İgauzu ve Viktorya Şelaleleri
Misafir odası ve erkekler
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü