|
Yeni başlayanlar için “Nerede o eski bayramlar?”

“Nerede o eski bayramlar?” Çocukluğumdan beri kulağımda çınlayan bir cümle... Bir çeşit yaşlılık belirtisi, sevdiklerini bir daha görememe korkusu veya serzeniş ifadesi olsa gerek. Zira bayramlar 1400 yıldır yerli yerinde duruyor. Belki biraz değişerek, belki biraz da azalan bir coşkuyla…

Sanırım soruyu bir de şöyle sormak gerekiyor: Nerde o masum çocukluğumuz, gençlik hayalleri yahut yalın dünyamız? Dedim ya bayramın bir yere gittiği yok, derdimiz yaşlanmayla beraber kaybolan masumiyete veya çocukluk coşkusuna bir yakarış.

Çocukluğu, küçük bir şehirde veya taşrada geçenler ne demek istediğimi çok daha iyi anlayacaktır. Herkes kaderinin sürüklediği yerde doğar, yaşar ve ölür. Benim de kaderime düşen Bingöl’de koskoca bir çocukluk mazisi bırakmak oldu. Hemen her mahallede olduğu gibi, bizim mahallede de -Yeni Mahalle- olaylar oldukça hızlı cereyan ederdi. Bayram hazırlığı günler öncesinde başlar ve büyük bir özveri ile devam ederdi. Evlerin birçoğu barakalardan oluştuğu için bayram öncesi hortumla yıkanan, ağlayarak çıplak bir halde sokak aralarına kaçan çocuklara rastlamak zor değildi. Bir taraftan Arap sabunuyla halı yıkayan cümbür cemaat, diğer taraftan uzun aylar temizlenmeyen odalara canhıraş abanan ablalar, teyzeler…

Dolma veya sütlaç hazırlığını da unutmamak gerekir. Kazanlarla yapılan yemekler bayram günü gelene kadar kimseye dokundurulmazdı.

Bu özel günde amaç, tatile gitmek değil, eş dost ziyaretleri yapmaktı. Çocuklar mı? Onlar her bayramın en nasipli tayfaları arasındaydı. Kendisine iyi kötü yeni kıyafetler alabilenler Arife gecesinden aldığı ayakkabı ve elbiselerle birlikte uyuyup ertesi günün heyecanını en derinden duyumsardı.

Bayramın bir yarısı anne diğeri yarısı da babaya sarılmaktı bizim için. Benim için “anne” sözcüğünün anlamı biraz daha farklıydı. Zira çok küçük bir yaştayken annemin vefatı içimde ona olan sevgimi göstermeme büyük bir engeldi. Hal böyle olunca ona ait pek çok rolü ya ablamlar yahut babam üstlenmişti. Mesela babam, her bayram saçlarımı kendi elleriyle tam da üçe kazıtarak tüm yüzümün şeklini değiştiriyor, ama benim için bir şey yaptığından kendini hep daha iyi hissediyordu. Bayram sabahı herkesin üzerimdeki hususi şefkati parayla simgeleşerek cebimi doldurup taşırıyordu.

Bayram kahvaltılarından da söz etmeliyim bu arada. Öyle ki adeta bir ziyafet sofrasını andıran bu sofralarda Doğu geleneği olarak genelde zeytin, peynir gibi sıradan kahvaltılar yerine güveç, içli köfte, yaprak veya lahana sarması yemek büyük bir keyifti. Bizim için bu fasıl da hızla giderilir sıra şeker toplamaya gelirdi. Bir çırpıda soluğu mahallede alır, kapı kapı dolaşır, torbalar dolusu şeker toplardık. Bingöl küçük bir şehir olduğu için bütün mahalleler- Mirzan, Kıbrıs, Afatlar ve Aşağı Çarşı- bir gün içinde bitebilirdi. Bazen olayı fazlasıyla abartan arkadaşlarımız da olurdu. Hiç abartmıyorum, yarım çuval dolusu şeker toplayanımız da çıkardı günün sonunda. Sonuçta, bazı evlerden şeker, bazı evlerden ise biraz mutluluk biraz da tebessüm toplardık.

Sonra ne mi oldu? “Biz büyüdük ve kirlendi dünya.” Gerçekten öyle oldu. Önce şehrin büyümesiyle başlayan bir yabancılık hissi oluştu kalbimizde. Sonra da çocukluğumuzun masumiyeti ve coşkusu yitip gitti işte. Yoksa 7 yaşındaki bir çocuk için bayram yine güzel. Sorun bizim yaşımızda. Bir daha göremeyeceğimiz çocukluğumuzu özlüyoruz aslında.

#Ramazan Bayramı
#Çocukluk
7 yıl önce
Yeni başlayanlar için “Nerede o eski bayramlar?”
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle