|
Batının mottosu: Yurtta Sulh, Dünyada Savaş

Amerika Birleşik Devletleri'nin mottosu nedir diye sorsalar, “Yurtta Sulh, Dünyada Savaş” derim.



Şerif Mardin, Amerikan toplumunun toplumsal ilkesinin “daha” olduğunu belirtmişti, bir makalesinde.



Daha büyük arabalar, daha fazla sermaye, daha çok petrol, daha fazla güç…



Daha, daha, daha…



Elbette “daha çok petrol istiyoruz, daha çok para istiyoruz” diyerek açıktan söylemiyorlardı. Onun yerine “özgürlük” diyorlardı.



Dünya üzerindeki savaşları “özgürlük” parolasıyla yapıyorlardı; Filipinlere Özgürlük Savaşı, Afganistan'a Özgürlük Harekâtı, Irak'a Özgürlük Savaşı, vs… Özgürlük dedikleri şey köleleştirmekti, sömürmekti.



Sahip oldukları anlayış açgözlülüğün mottosuydu; kapitalizmin, emperyalizmin mottosu…



Salt ABD'nin değil, bütün bir batının mottosudur bu aslında.



Bu modern açgözlülük İspanyol Altın Çağı dedikleri çağ ile başladı; kendi tarihlerini yazarken “parlak dönem” ifadesi olarak kullandıkları bu “altın çağ” tanımı, Latin Amerika'nın gözünden okunduğunda mecaz filan değil, doğrudan “altın çağ” anlamına gelir; Batılıların Latin Amerika'nın bütün altınlarını, elmaslarını, zümrüt kaynaklarını gasp ettiği bir çağ...



Bize “coğrafi keşif” denilerek insanlık yararına “bilimsel bir keşifmiş” gibi sunulan şey de aslında “hazine avcılarının” keşif dediği şeyden farksızdı. Keşfedilen coğrafya değil, coğrafyalardaki zenginliklerdi. Yağmalanacak, talan edilecek, gasp edilecek kaynaklar… Petroller, altınlar, elmaslar, madenler…



Bu kaynaklara baharatı, çayı, kahveyi; hatta uyuşturucu olarak kullanılan katma değeri yüksek tarımsal ürünleri de ekleyebilirsiniz…



Hatta buna eskiden “kölelik”, bugünlerde “ucuz iş gücü” denilen kaynakları da ekleyebilirsiniz. İnsanın metalaştırılmasını, köleleştirilmesini…



Batının mimari tarihini, ekonomi tarihini kazıyın altından oluk oluk kan sızar.



Bu yüzden hiçbir zaman batının şehirlerine sevgi ve sempati besleyemedim.



Ne Ziya Paşa'nın “Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kâşaneler gördüm / Dolaştım mülk-i islamı bütün viraneler gördüm” sözünü benimseyebildim, ne de bilinçsiz bir şekilde Avrupa'nın kültür elçiliğine soyunan insanların Avrupa şehirlerinin ne kadar insani, ne kadar harikulade, ne kadar muhteşem değerlerle donandığını söylemiş olmalarını benimseyebildim.



Ne Paris güzeldir nezdimde, ne Londra saygı uyandıran bir şehir…



Batıda yükselen her gökdelen manzarasının, her pırıltılı şehir tablosunun arkasına baktıkça Asya, Afrika ve Ortadoğu'daki gecekonduların, harabelerin, viranelerin resmi canlanır gözümde.



Batılı ülkelerin sahip olduğu gayri safi hasılalar, benim gözümde Asya, Afrika veya Ortadoğu'daki fakirliğin, açlığın, kıtlığın resmidir.



İşte, pırıltılı tabloların ardındaki o resim, “yurtta sulh, dünyada savaş” mottosunun resmidir.



Daha, daha, daha… mottosunun resmidir.



Moğollar çekirge sürüleri gibi girdikleri şehirleri, ülkeleri talan eder, yakar, yıkar geçerdi, sonra gerisin geri giderlerdi.



Batılılar, Moğollardan farklı olarak yakıp yıkıp geçmekle kalmadı, girdiği her toprağa, her ülkeye çıngıraklı yılan gibi çöreklendi; o toprakları, o halkları zehirledi; servetlerini, mallarını, enerjilerini, insanlarını çaldı.



Şimdi, o şehirler bir zamanlar sömürdükleri, köleleştirdikleri, ellerindeki bütün zenginlikleri çaldıkları, ülkelerini, şehirlerini bombaladıkları, halklarını katlettikleri insanların akınına uğruyor.



Suriye iç savaşından sonra ülkelerinden ayrılan milyonlarca insan, yeni bir hayat kurmak umuduyla Avrupa'nın, Batı'nın kapısını çalıyor, can havliyle Batı'daki şehirlere akın ediyorlar.



Elbette yaşasın küresel barış, yaşasın birlik, eşitlik, adalet, özgürlük, refah, hukukun üstünlüğü, insan hakları, demokrasi gibi pankartlarla karşılanmıyorlar. Tekmelerle, polislerle, ordularla karşılanıyorlar. Savaştan kaçarak Avrupa'ya gelen insanları, ellerindeki paralara, mallara el koyarak geri göndermek istiyor Avrupa.



Malların, insanların, sermayenin serbest dolaşımını sağlamak için kurdukları birliği, mazlumlara karşı önlem almak için çelik tellerle, dikenli ve jiletli tellerle, duvarlarla örmeye başladılar.



Bütün o barış, birlik, eşitlik, özgürlük, refah, hukukun üstünlüğü, insan hakları gibi kavramların ne kadar ikircikli, ne kadar ikiyüzlü, ne kadar sahte olduğunu bir kez daha somut bir şekilde görüyoruz.



Hâlbuki yıllarca Suriye'yi işgal eden Fransa'nın şehirlerinin gelişiminde, sözgelimi Paris'te o halkların da hakkı, o halkların da emeği, o halkların da servetleri vardır.



Londra'da, Viyana'da, Berlin'de, Madrid'de o insanların çalınan servetleri vardır.



Nerede AB değerleri?



Çöplüğün dibinde…



Kimileri, Kanuni Sultan Süleyman sonrası Osmanlı İmparatorluğu için “Karlar eridi, çöpler göründü” der.



Aynı şeyi Avrupa Birliği için söylemek mümkün.



Avrupa Birliği artık bir çöplükten ibaret; cicili bicili değerler çöplüğünden…



Yıllarca “Türkiye'deki demokrasiyi Ortadoğu rejimleriyle değil Avrupa demokrasileriyle karşılaştırın, Türkiye'nin ne kadar geri kaldığını görürsünüz” diyerek bize AB propagandası yapanlar, bize medenilik öğretmeye çalışanlar, Türkiye'yi hep ikinci sınıf, üçüncü sınıf bir ülke olarak göstermek isteyen batıperestlerin argümanları da çöp olup gitti.



AB değerleri denilen şeyler kokuşmuş, çürümüş değerlere dönüştü.



AB değerleri denilen değerler skalası kocaman bir safsatadan ibaret artık…



Bugünlerde birileri “Batının insanlık değerleri…” diye söze başladığında aklıma, lüzumsuz konuşan insanlar daha sözlerini tamamlayamadan tokadı yapıştıran Batman karikatürü geliyor.



Şöyle ki:



“Batının insanlığğğıık…” ÇAAAT! ZBAAAMMM!


#ABD
#Suriye
#Avrupa Birliği
8 yıl önce
Batının mottosu: Yurtta Sulh, Dünyada Savaş
Zamanda ve mekânda bir uyanış: Sîdî Ukbe Ulucamii
19 Mayıs’a 10 gün kala…
Uluslararası doğrudan yatırımları çekmek
Enflasyon, döviz kuru beklentileri ve CDS
İsrail ve Batı’nın çifte standardı