|
Demokrasi liginin en uzun maçı

Hakem düdüğü çaldı ve maç başladı.



Bahisçiler için sonu baştan belli bir maç. Recep Tayyip Erdoğan'a hiç şans tanımıyorlar.



Yıl 1991. Erdoğan ilk maçına çıkıyor ve girdiği ilk pozisyonda golü buluyor; milletvekili seçiliyor. Ama o da ne? Hakem golü geçersiz sayıyor ve Erdoğan'ın milletvekilliğini iptal ediyor.



Lig kaldığı yerden devam ediyor.



Takvimler 1994'ü gösteriyor. Erdoğan yine maç kadrosunda. Top yine Erdoğan'da, hızlı çalımlarla ilerliyor ve ceza alanının dışından çıkardığı sert bir şutla inanılmaz bir gol atıyor. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını kazanıyor.



Golden sonra rakip takımın oyuncuları ve az sayıdaki taraftarı, ki onlara “mutlu azınlık” deniyor, sessizliğe gömülüyorlar. Erdoğan'ın kendi taraftarları da sessiz. Tarzları bu çünkü. Onlara “sessiz çoğunluk” deniyor. Sadece sahaya odaklanan, lafa değil icraata bakarız diyen sessiz çoğunluk.



Maç devam ediyor. Uzun bir maç. “Dakikalar” şimdi 1997'yi gösteriyor.



Erdoğan, taraftarlarının yanına gidiyor ve üçlü çektiriyor; takımını ve taraftarlarını motive etmek için bir şiir okuyor: “Minareler süngümüz, kubbeler miğfer, camiler kışlamız, müminler asker…”



Uzunca tartışmalar oluyor. Hakem Komitesi toplanıyor. Dakikalar 1999'u gösterdiğinde, oyun devam ederken oyunun kuralları değiştiriliyor, hakem, Erdoğan'ın okuduğu şiiri 9 kusurlu hareketten biri olarak değerlendiriyor; doğrudan kırmızı kartını gösteriyor ve Erdoğan soyunma odasına, cezaevine yollanıyor.



“Merkez Hakem Komitesi” toplanıyor. Karar alıyorlar. Karar, “28 Şubat'ın resmi gazetesinde”, “muhtar bile olamaz” başlığıyla yayınlanıyor.



Sahada yenemedikleri adamı, saha dışındaki ayak oyunlarıyla diskalifiye ediyorlar.



Erdoğan ve takım arkadaşları açık ara önde götürdükleri maçta hükmen mağlup sayılıyorlar.



Yerel demokrasi ligindeki ilk maç bu sonuçla bitiyor.



Erdoğan'ın takımı dağılıyor; partisi kapatılıyor.



Erdoğan “formayı” değiştiriyor; hem teknik direktörü hem de kaptan oyuncusu olduğu bir takım kuruyor. “Süper lig”de yarışmaya başlıyor. Yıl 2001… Erdoğan, cezası devam ettiği için sadece teknik direktör (genel başkan) olarak başlıyor oyuna.



Takvimler 2002'yi gösterdiğinde, takım, yüzde 34,5 ile şampiyonluk ipini göğüslüyor. Bu, Türkiye demokrasi liginin son yıllardaki en büyük başarısı.



Bu arada bir yıl önce şampiyonluğa oynayan takımlar, DSP, ANAP, MHP, DYP küme düşüyor.



Lig yeniden başlıyor.



Tarihin bir döneminde; maçın 15'inci dakikasında hakemle girdiği tartışma nedeniyle kırmızı kartla oyundan atılan Pele'nin, taraftarların isyanı sonrasında yeniden hakem kararıyla oyuna dahil edildiği maç gibi, Erdoğan da taraftarların yoğun itirazı nedeniyle, dönemin Cumhurbaşkanının vetosuna rağmen istenmeyerek de olsa yeniden oyuna dahil ediliyor. Uzun yıllar ara verdiği arenaya daha güçlü dönüyor.



Yıl 2003… Erdoğan, kaptanlık pazubandını Abdullah Gül'ün elinden alıyor.



Bahisçiler yine şans tanımıyor Erdoğan'a. Yerel ligde gösterdiği başarıyı Süper Lig'de gösteremeyeceğini düşünüyorlar. Ancak işler öngördükleri gibi yürümüyor. Erdoğan sahaya girdikten sonra tek kale maça dönüyor oyun. Bol gollü bu maç, Erdoğan ve takımının ezici üstünlüğüyle bitiyor.



Bu sırada “Ballon d'Or” ödül törenleri yaklaşıyor, yani Cumhurbaşkanlığı seçimleri… Meclis toplanıyor. “Yılın en değerli oyuncusu” Erdoğan, hak ettiği halde aday olmadığını açıklıyor. Takım arkadaşı Abdullah Gül'ü aday gösteriyor.



1950'den beri Cumhurbaşkanı çıkaramamış CHP seçmelere katılmayı reddediyor. “Ballon d'Or” ödülüne bizden biri seçilemiyorsa sizden birini hiç seçtirmeyiz diyorlar. Yazılı olmayan kurallar devreye giriyor. Herkesin seçme ve seçilme hakkı vardır ama CHP'nin seçme ve seçilme hakkı kutsaldır, çiğnenemez gibi gizli bir kural var sanki. Kriz oluyor. Ordu işin içine karışıyor ve sert bir bildiri yayınlıyor; bildiride, laiklik elden gider deniliyor. Öte yandan “Eşi başörtülü olan oyuncular Ballon d'Or ödülü alamaz” diye propaganda yapılıyor. Merkez Hakem Komitesinin emekli üyeleri oyuna dahil oluyor ve oyun devam ederken kurallar değiştiriliyor. Hiç duyulmadık bir şekilde “bu oyun ancak 367 kişi ile oynanır” kuralı konuyor. Bizim olmadığımız, bizim oylamadığımız bir mecliste siz kimseyi Cumhurbaşkanı seçemezsiniz deniyor. Küme düştükleri halde lige dışarıdan monte edilmiş DYP ve ANAP gibi takımlar da bu kararı destekliyorlar.



AK Parti tek başına oylama yapıyor Meclis'te. Olmuyor. Lige ara veriliyor.



Derken, 2007'de Meclis seçimleri yenileniyor. Millet dengeleri değiştiriyor. Desteğini yüzde 47'ye çıkarıyor. Hadi, şimdi hesaplaşın bakalım diyor. Bir önceki dönem küme düşen MHP yeniden Meclis'e giriyor. MHP Lideri Devlet Bahçeli zarların hileli olduğu bu oyunun bozulmasına yardım ediyor. Ve Abdullah Gül “Ballon d'Or” ödülünü kazanıp Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturuyor.



Aynı anda, Erdoğan ve takım arkadaşları CHP'nin “seçme ve seçilme hakkının kutsallığı” meselesini halk oylamasına taşıyor. Anayasa değişikliği Cumhurbaşkanı'nın artık Meclis tarafından değil, halk tarafından doğrudan doğruya seçilmesini öngörüyor. Halk, yüzde 69 ile değişikliği onaylayarak “merak etme usta, o iş bende” diyor.



Böylece “herkes eşittir ama CHP'liler daha da eşittir” anlayışı tarihe karışıyor.



Ancak, lig çok çekişmeli, maçlar çok sert; şike, çelme, tekme, dirsek, küfür, hakaret, tükürük, her şey var.



Oyuna dışarıdan müdahaleler devam ediyor. Taraftarlar arasında “sızıntı” var; yardım için para toplama bahanesiyle stada girmiş bir grup holigan; abiler, ablalar göze çarpıyor. Holiganların amigosu Fethullah Gülen, kötü tezahürata başlıyor, ağzına geleni söylüyor, beddua seansları düzenliyor. Evlerinize ateşler salınsın, başınıza taşlar düşsün diye feveran ediyor. Holiganlar çıldırmış bir şekilde oyuna dahil olmak için saldırıyorlar. Sahada terör estiriyorlar.



Önce takımın en değerli oyuncularından birine kumpas düzenliyorlar, bu adam yabancı statüsünde, bu adam İrancı diye iftiralar yayarak Hakan Fidan'ı kenara almak ve yerine kendi adamlarını sokmak istiyorlar. Başaramıyorlar. Erdoğan ve arkadaşları bu kontra ataklara karşı başarılı bir defans yapıyorlar. Holiganlar bu ataklardan eli boş dönüyorlar.



Holiganlar daha da çıldırıyor. Önümüzdeki maçlara bakacağız artık diyorlar.



17-25 Aralık'ta, bu kez doğrudan doğruya Erdoğan'ı kenara almak için hukuk darbesi gerçekleştirmek istiyorlar. Oğlunu rehin almaya niyetleniyorlar. Yine başaramıyorlar.



Erdoğan, hodri meydan diyor. Bir kez daha millete gidiyorlar.



Yine bir “Ballon d'Or” zamanı… “Ballon d'Or” tarihte ilk defa doğrudan doğruya halkın oylarıyla belirlenecek.



Erdoğan, 2014'te, “Ballon d'Or” ödülünü daha ilk turda, yüzde 52 gibi ezici bir çoğunlukla doğrudan doğruya milletin elinden alıyor ve Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturuyor. Cumhuriyet tarihinde millet tarafından seçilerek onurlandırılan ilk Cumhurbaşkanı unvanını elde ediyor.



Daha önce demokratik bir seçimle tek başına hiç iktidar olamamış CHP'lilerin kafası karışıyor, bunun adı diktatörlüktür diyorlar, millet tarafından seçilen ilk cumhurbaşkanını diktatör olmakla suçluyorlar.



Bu kötü tezahürata sahadaki bir grup azınlık dışında kimse aldırış etmiyor.



Erdoğan'ın takımı bir sonraki yıl, 2015'te şampiyonluk maçına çıkıyor. Yeni bir rekorla yine şampiyon oluyorlar. Yüzde 47, yüzde 49,5 oluyor.



Holiganlar iyice köpürüyor. Tanklarla, F-16'larla, orduyla, bombalarla, silahlarla sahayı topyekün kuşatıyorlar. Meclis'i ağır bombardımana tabi tutuyorlar. Cumhurbaşkanlığının etrafını bombalıyorlar. Ele geçirmek istedikleri MİT'e ve emniyet binalarına saldırıyorlar. Köprüde, yüzlerce insanı katlediyorlar. İstanbul ve Ankara sokakları karışıyor. Cumhuriyet tarihinin en kanlı darbe girişimini gerçekleştiriyorlar.



Millet sahaya iniyor, kadın, erkek, çoluk çocuk, milyonlarca insan sokağa çıkıyor. Taktik maktik yok artık, bam bam girişiyorlar.



Çarşaflı bir kadın kamyonuna atlayıp mahalleden kavgaya adam topluyor. Bir adam ben tank mank dinlemem, diyor, tankların önüne yatıyor. Diğeri, tankın altına giriyor, tank üzerinden geçiyor, aldırmıyor, ikinci tankı görür görmez onun da altına giriyor. Bir başkası, F-16'ya levye fırlatıyor, öteki taş fırlatıyor. Millet, Erdoğan'ın etrafını sarıyor. Holiganlara dur diyorlar. Olay gecesi, CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu'na durum nedir diye soruyorlar, “izliyoruz, arkadaşlar bilgilendiriyorlar” diyor. Kılıçdaroğlu hiç topa girmiyor, taç çizgisinde bekliyor. Darbe girişimi sabaha kalmadan bertaraf ediliyor. Kılıçdaroğlu taç çizgisinden ayrılıp Meclis'e geri dönüyor.



Erdoğan, atılmak istenen bu çelmelere karşı, oyunun istikrarının bozulmaması için öteden beri teklif ettiği sistemi yeniden gündeme getiriyor: Başkanlık Sistemi.



2007'de Tatar Ramazan gibi “ben bu oyunu bozarım” diyen MHP Lideri Devlet Bahçeli bir kez daha inisiyatif alıyor, yine “ben bu oyunu bozarım” diyor; sistemi güçlü bir şekilde destekliyor, Meclis'te “kırmızı kart” gösteren CHP'lilere “millet size kırmızı kartı göstermiş zaten” diyerek rest çekiyor.



Maçta yüksek tansiyon var. Top bir o kalede, bir bu kalede.



Erdoğan Binali Yıldırım'a pas atarak oyunu başlatıyor; Binali Yıldırım topu Devlet Bahçeli'ye aktarıyor, Bahçeli sağ kanattan ilerleyip penaltı noktasına doğru nefis bir orta kesiyor, o bölgede millet var, millet sahanın en değerli oyuncusu, millet yükseliyor, enfes bir vole vuruyor, top, CHP'lilerin ve HDP'lilerin şaşkın bakışları arasında kaleye, doksana doğru ilerliyor. Doksan yıldır o köşeye top gelmemiş, köşeyi tamamen örümcek ağı bağlamış; top örümcek ağlarını almak üzere…



Rıdvan Dilmen pozisyonu yorumluyor: Gol olur!


#Recep Tayyip Erdoğan
#AK Parti
#Başkanlık Sistemi
7 yıl önce
Demokrasi liginin en uzun maçı
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle