Evvela şunu söylemek isterim: Bu millet, 15 Temmuz gecesi gösterdiği üstün direniş nedeniyle her türlü övgüyü hak ediyor. Hem de sonuna kadar, hem de dibine kadar.
O kadar büyük bir coşkuyla, onurla, sevinçle donandım ki, o gece meydanlara çıkan her bir vatandaşımı; vatandaş olmanın ötesinde -her birini tanımasam da- dostlarım, kardeşlerim, can yoldaşlarım sayıyorum, her birine sarılıp “
” demek geçiyor içimden.
O gece bir şey öğrendik, acı bir şey; meğer ne kadar çok düşmanımız varmış, içimizde, yanı başımızda, ellerine biz silah vermişiz, üzerlerine biz kamuflaj giydirmişiz; görevleri bizi düşmana karşı korumak olan insanlar meğer bizi öldürmek, bizi yok etmek için plan yapıp duruyormuş; ne kadar çok yılan, ne kadar çok çıyan, ne kadar çok hain varmış meğer!
Ve fakat bir şey daha öğrendik o gece…
Bütün o hainlerin yanı sıra; ne kadar çok refikimiz, ne kadar çok kan kardeşimiz, zor zamanda birbirimize kenetleneceğimiz, rahatlıkla sırtımızı döneceğimiz, başını dizine koyacağımız ne kadar çok can dostumuz varmış!
Adı sanı bilinmeyen, meşhur olmayan, bombaya, tanklara, mermilere kafa göz dalan insanlar onlar.
Her ikisini de çok acı bir tecrübeyle öğrendik.
Ancak, övünmek ve övgü cümleleri kurmak için henüz erken…
Su uyur, düşman uyumaz!
Bu darbe girişimi, çok açık bir şekilde, yurtdışından talimatla ve “
” olanların sağladığı destekle gerçekleştirilmek istendi ancak
sapasağlam iradesine, iman dolu göğsüne tosladı. Orası kesin!
Yurtdışında, bu darbeye onay veren Türkiye düşmanları, kendilerince Türkiye'nin ipini çeken bir karara imza attılar.
Mısır'da, Libya'da gerçekleştirdikleri senaryoyu Türkiye'de sahnelemek istediler ve bu hedef doğrultusunda “
” talimatı verdiler.
Evet, onlar, içerideki hain işbirlikçileriyle Türkiye'yi defterden silme kararı aldılar ancak
Dahası, bir tarih yazdı. Bir destan yazdı. Hem de ne destan!
Darbe girişiminin gecesi meydanları dolduran asil millet (bu 'asil millet' tanımının ömrü hayatımda bu kadar dolu bir şekilde karşılık bulduğunu hatırlamıyorum) Mehmet Akif'in, Çanakkale Şehitleri'ndeki “
” mısralarını bir kez daha gerçeğe dönüştürdü.
Haçova Meydan Savaşında ordular kaçarken kepçelerle, kazma ve küreklerle zırhlı Haçlı ordularına karşı akıl almaz bir mücadele vererek savaşı kazanan o asil milletin torunları; bu kez, yabancı güçler adına ülkemizi işgal etmek isteyen hainlere karşı olağanüstü bir mücadele verdiler.
Kadınlar, erkekler, çocuklar, savaş uçaklarının, tankların, tüfeklerin, bombaların karşısına çıplak bedenleriyle çıktılar ve o çıplak bedenleriyle o savaş uçaklarının, o tankların, o tüfeklerin, o bombaların, o aşağılık hainlerin üstesinden geldiler.
Şehitler verildi.
Bir dönem birlikte çalıştığımız Yeni Şafak gazetesi foto muhabiri Mustafa Cambaz da (ki melek gibi bir adamdı, mekânı cennet olsun) bu direnişte şehit oldu.
AK Parti'nin bir seçim kampanyasında; Türk bayrağının yere düştüğünü gören milletin, tek yürek olarak memleketin her tarafından koşarak gelip, o bayrağı yeniden elbirliğiyle göndere çekmesini konu alan reklam filmini hazırlayan Erol (Olçok) abimiz de, 16 yaşındaki oğluyla birlikte direnişte şehit düştü. Şu kadere bakın; Erol Olçok, birkaç yıl önce yazdığı o senaryonun gerçeğe dönüştüğü tarihi bir destanda, asil bir kahraman olarak aramızdan ayrıldı. Allah, onun ve gencecik oğlu Abdullah Tayyip'in de mekânını cennet eylesin.
Ve tabii onlarla birlikte daha yüzlerce vatansever; onlar gibi; hainlerin mermilerine gövdelerini siper ederken şehit düştü.
Acımız büyük. Velakin onurumuz da büyüktür. Keza, onların onurlu bir mücadele verirken şehadet şerbeti içmiş olmaları en büyük tesellimizdir.
Bu ülkenin seçilmiş Cumhurbaşkanını öldürmek için yola çıkan, bu ülkenin meclisine bombardımana tutan, bu ülkenin ordusunu, polisini, milletini, her türlü kutsal varlığını hedef alan bu kalleş girişim asla ve asla küçümsenmemeli, hafifsenmemelidir.
Bizim artık hiçbir şey eskisi olmayacak ve fakat artık hiçbir şey de ihtimal dışı kabul edilmeyecek.
Bu durumda, “Türkiye'yi defterden silin” talimatı verenlerin önünde iki seçenek var; ya bu milletin büyüklüğünü kabul edecek, bükemedikleri bileği öpüp “tam bağımsız” bir Türkiye'nin varlığını kabul edecekler ya da bir kez saptıkları bu yola devam edecek ve başladıkları işi bitirmek için farklı bir senaryoyu devreye sokacaklardır.
O senaryo; 15 Temmuz gecesinde büyük bir destan yazan milleti birbirine düşürmek için düzenlenecek kışkırtıcı eylemler olacaktır.
İşte, kahramanlığın, destanın yazıldığı o gecenin ertesinde hemen ötmeye başladılar. Türkiye'yi karıştıracak bir takım wikileaks belgeleri filan yayınlanacakmış… Bu işin Türkçesi, Türkiye'yi karıştırmak için birtakım fitne belgeleri yayınlanacak demektir.
demektir.
Birtakım etnik, mezhebi kalkışmalar üzerinden de aynı amaç hedeflenebilir.
O halde Türkiye'nin bundan sonraki seçenekleri de bellidir!
Evvela,
. Bunun adı inlerine girmekse inlerine girilmeli, defterini dürmekse defterleri dürülmeli… Türkiye'yi yok etmek için teşebbüste bulunan bütün hainler bir an evvel yok edilmeli.
Bununla birlikte, millete düşen görev, 15 Temmuz gecesi bir kez daha dirilttiği istiklal ruhuyla, milleti millete kırdırmaya sevk edecek her türlü fitne ve kışkırtmaya karşı da uyanık olmaktır.
15 Temmuz günü bizi büyük felaketten, hain işgalden kurtaran güç, birlik ruhudur. Bu ruhun bizi terk etmesine izin vermezsek, Allah'ın izniyle bundan sonraki muhtemel her türlü saldırıyı ve badireyi bertaraf ederiz!
Allah, bu asil millete zeval vermesin.