|
At sırtında yönetim

Haçlı seferleri neticesinde, belirli şirket ve sözleşme biçimleri Avrupa tüccarı tarafından ülkelerine taşındı. Çağdaş iki hukuk tarihçisi bu etkilenmeyi şöyle tesbit ediyorlar:

"Avrupalılar, Haçlılar vasıtasıyla tıb dahil olmak üzere Arap bilimini öğrendiler. Hantal Roma sayı sisteminin yerine geçen, dokuz rakam ve sıfıra dayalı matematik sistemini keşfedip getirdiler. Bir müddet sonra, çift-yanlı muhasebenin basit bir biçimini getirdiler... Doğu''dan geri dönen tüccar, Avrupa''ya Roma hukukunu, veya en azından bu hukukun Batı dünyasındaki herhangi bir yerde mevcut olanından daha sistemleştirilmiş ve ticarî bakımdan kullanılabilir biçimini de oradan getirdi."*

Daha sonraki yüzyıllarda, Avrupalılar Müslümanlardan öğrendiklerini tutkuyla uygulama arayışı içine girerken, Müslüman tüccar askerî-bürokratik düzenlerin giderek hareket serbestisini kısıtladığı bir zümre haline geldi. Mesela, Osmanlı imparatorluğunda gerek mudarabe ortaklıkları, gerek vakıf işletmeleri birçok ekonomik işlevi yerine getiriyor olsalar da, genelde uzun ömürlü ve verimli değildiler. Riba yasağı çeşitli yollarla deliniyor olsa bile, büyük-ölçekli finans ve borsa kurumlarının oluşmaması ekonomideki gerçek faiz oranını çok yüksek seviyede tutuyordu. Mesela, onaltı ve onyedinci yüzyıllarda Avrupa''da bu tür kurumların gelişmesi faiz oranlarını 17. yüzyıl ortalarında İngiltere''de yüzde 6, Hollanda''da yüzde 4, Cenova''daysa yüzde 1.5''a kadar indirmişti. Oysa riba yasağına rağmen, Osmanlı sarraflarının uyguladığı yıllık faizler yüzde 25-30''un altına pek inmiyordu.

Riba yasağı, ekonominin finans ihtiyacını ortadan kaldırmaz. Mutlaka riba-dışı finans yöntemleri geliştirilmek zorundadır. İslam devletleri, ekonomide büyük-ölçekli üretim için giderek önemli hale gelen finans ihtiyacını karşılama hususunda yeterli esnekliği gösteremeyince, Amerikan gümüşünün ve düşük faizli finansmanın desteğindeki Avrupalı tüccar-sanayicilerin rekabetine boyun eğmek zorunda kaldılar. Doğu dünyasını alteden, ordulardan önce tacirler oldu. Klasik medeniyet merkezleri olan Hind ve Çin de aynı akıbetten kurtulamadılar. Batı sermayesi karşısında direnebilen tek güç odağı, kendine önce Hollanda ile İngiltere''yi, 1880''den itibaren de Almanya''yı örnek alan küçücük Japonya oldu.

Tokugawa Japonya''sı siyasî ideoloji olarak Neo Konfüçyanizmi seçmişti. Rejimin resmî tarihi diyebileceğimiz Tokugawa jikki bunun sebebini şöyle izah ediyor: "Tokugawa Ieyasu ülkeyi at sırtında fethetti, fakat aydın ve akıllı bir insan olarak ülkenin at sırtında yönetilemeyeceğini çabuk kavradı. Bilgelerin yoluna her zaman saygı duyuyor ve inanıyordu. Ülkeyi yönetmek ve insanca bir yola girmek için bilgi yolunu takip etmesi gerektiğine akıllıca karar verdi. Bu bakımdan, işin başından itibaren öğrenmeyi teşvik etti."**

Yirmibirinci yüzyılın eşiğinde, ülkelerini at sırtında yönetebileceğini düşünenler, yanıldıklarını çok çabuk anlayacaklardır. İmparatorlukların yıkım sebebi, at sırtından inmemektir.

(*) Michael Tigar ve Madeleine Levy: Law and the Rise of Capitalism, New York: Monthly Review Press, 1977, s. 72-3.

(**) Maruyama Masao: Studies in the Intellectual History of Japan, Princeton: Princeton University Press, 1974, s. 15.a


25 yıl önce
At sırtında yönetim
‘Mutlaka döneceğiz’ ya da Nekbe’dir yaramızın adı
O güne geri dönmek
‘İletişim aklı’
Bir sen bir ben bir de aile
Deprem gerçeği, ekonomi güvenliği ve TOBB Genel Kurulu’ndan yansıyanlar