TOKİ Başkanı M. Ergün Turan “Sunuş”ta şunları söylüyor:
“Ressam Ahmet Yakupoğlu, Cumhuriyet dönemi sanat ortamının en üretken ve sıra dışı karakterlerinden biridir. 1945 yılında İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi'ni bitirdikten sonra memleketi Kütahya'ya dönerek kendine has bir dünya kuran ve uzun yıllar resimlerine imza atmaktan bile çekinen Ahmet Yakupoğlu; geleneklerine bağlı, çalışkan, titiz, samimi, mütevazı, memleket sevdalısı, şöhretten kaçınan, derviş-meşrep bir ressam ve gönül ehli bir musikişinastır...”
I. ciltte İstanbul ile ilgili resimler; II. ciltte başta Kütahya olmak üzere; Bursa, Konya, Amasya, İzmir, İskenderun vb. gibi Anadolu şehir ve kasabalarını konu alan tablolar yer alıyor.
Karakalem ve suluboya çalışmalarının yanı sıra güçlü bir yağlıboya ressamı olan Ahmet Yakupoğlu, hocası Prof. Dr. A. Süheyl Ünver üzerinden resim sanatımızın büyük üstadı Hoca Ali Rıza Bey'e bağlanmış ve Hoca Ali Rıza ekolünün çağımızdaki temsilcisi olarak kabul görmüştür.
Yakupoğlu'nun resimlerinin aydınlık, gürbüz, parlak bir dili vardır. Sisli ve karanlık resme raslanmaz. O zaten esasen bir manzara ve daha çok şehrin geleneksel dokusunu, bina ve sokaklarını tasvir eden; bununla tarihe not düşen, âdeta bir arşiv malzemesi bırakan sanatçıdır.
Memleketi Kütahya'da yaptığı imar, restorasyon, müzecilik ve çevrecilik faaliyetlerini muhtemelen en fazla Kütahyalılar biliyor ama musikişinaslığı, özellikle neyzenliği, minyatür ustalığı ve ressamlığı ile daha geniş bir çevre tarafından tanınmıştır. Yetiştirdiği yüzlerce sanatkârla neyzenliğin bugünkü yaygınlığında payı vardır. Büyük çoğunluğu kent görünümleri olan 5 bine yakın eserle de İstanbul ve Kütahya başta olmak üzere Anadolu şehir kültürümüz için görsel bir hafıza oluşturarak, bu şehirler gibi kendi adını da ölümsüzleştirmiştir.
Yakupoğlu, 1920 yılında Kütahya'da doğdu. 1941'de Prof. Dr. Süheyl Ünver'in Kütahya'yı ziyaretinde kendisiyle tanıştı. Onun delaleti ile Güzel Sanatlar Akademisi resim bölümüne girdi, Feyhaman Duran atölyesinden mezun oldu. Bu arada Süheyl Ünver'den minyatür; Ressam Halil Dikmen'den ney öğrendi.
Resmi vazife almadan Kütahya'da yaşadı; İstanbul ve Kütahya'yı geleneksel yapı ve dokusu ile resmetti.
Resimdeki tutumunu şöyle ifade etmektedir:
“Tabiatı öğrendikten, tabiata yöneldikten ve onun güzelliklerini anladıktan sonra başka bir şeyi uydurmaya hacet kalmadı. Tabiat zaten her şeyin güzellini yapıyor. Biz ancak onun çömezi olarak onu temsil etmeye çalışıyoruz. İnsanlara, topluluklara, şehir hayatında yaşayanlar, kırlardan tabiat güzelliklerinden, yeşilliklerden, sulardan uzak kalmış insanlara bu güzellikleri aksettirmeye gayret ediyoruz. Sanatımız budur. Bugün her türlü resim yapılıyor. Sanat bir yerde durmuyor. Nasıl ki devir devir sanatlar şekillenmiş, başka mecralarda temsil edilmeye çalışılmışsa da bugün bizim anladığımız manada klasik sanat nadiren temsil edilmektedir. Bugün ne olduğu anlaşılmayan abstre resimler, sanattaki anarşinin ifadeleridir. Onun için bizim istikametimiz tabiat, çünkü Allah'ın yaptığı şey en güzeli ve doğrusudur. Yani şekil mi istersin, renk mi istersin, uydurmaya gerek yok, zaten hazır.”
Yakupoğlu İstanbul'da bilhassa Boğaziçi'ni çok işlemiştir. Yalılar, köşkler, konaklar, saraylar, çeşmeler, sebiller, camiler, sokaklar ile “eski İstanbul” baştanbaşa gözümüzde canlanır. Binalar yanında serviler, çınarlar, erguvanlar vb. ile harika manzaralar görürüz.
Her ne kadar II. ciltte bazı portreleri varsa da; Yakupoğlu'nun pek “insan” çizmediği görülüyor. Bu da ilginç bir tutumdur.
Ömrünün son on yılını hastalıkla geçiren ressam bu kitabın basımını göremeden 96 yaşında vefat etti.
Kendisini hayırla yadediyor, mekânı cennet olsun diyoruz.