|
Siyaseten katl ve kaht-ı rical
Bir yandan, daha özgür olmak amacıyla Meclis, Anayasa'yı değiştirme çabasında; öte yandan, -medya patronu - siyasetçi ilişkisi içinde- devlet güçleri kullanılarak, insanlara işkence yapılıyor ve Tayyip Erdoğan suçlanmaya çalışılıyor.

Sonunda Erdoğan'ın eski mesai arkadaşlarının tümü (1), takipsizlik kararı ile salıverildiler. Dolayısıyla "Beyaz Şehir" operasyonu büyük bir balon gibi söndü.

Adına "Yenilikçi Hortum" demişler ve "1 milyar dolarlık hortumun" Erdoğan'ı ilgilendiren kısmının Yargıtay'da görüşüleceği haberini vermişlerdi. Zira eski bir Belediye Başkanı olan Tayyip Erdoğan, DGM'de yargılanamıyor.

Kartel'in, özür dileyeceğini hiç sanmayın. Çünkü onlar vazifeli. Gerekli tahribatı yarattıklarını, zihinlerde bazı soru işaretleri bıraktıklarını düşünüyorlar. Kendilerini başarılı bulup, birbirlerini kutluyorlar.


Eylül ayı

Eylül ayı, zaten kara lekelerle dolu bir ay. Tam bir kâbus. Mevcuda bir de yüz kızartıcı son operasyon eklendi. Hiç, bu milletin gözbebeği Adnan Menderes'i asanlar, "sıradan" kabul ettikleri insanlara işkence yapmaz mı?

Demokrat Parti'nin devrilmesiyle birlikte, cumhuriyet döneminde ilk defa demokrasinin bekâreti bozulmuştu. Sonra müdahaleler, -bekâret endişesi duyulmadan- sürüp gitti.

Yassıada Mahkemesi, yargıya vurulan en büyük darbelerden biriydi. Herkes Başol'un "Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor" cümlesini hatırlar... Köpek, bebek davaları ve mahkemede, kasadan çıktığı iddia edilen bir donu sallayan Egesel'in görüntüsü halâ hafızalardadır.

İdama giden eski Maliye Bakanlarından Hasan Polatkan'a, savunması bile yaptırılmamıştı. Hâkim Salim Başol, o her zamanki sert üslûbu ile, ikide bir, Polatkan'ın lâfını kesiyordu. Sonunda Polatkan sustu ve savunmasını tamamlayamayacağını söyledi.


Menderes zehirlendi

Menderes'in, karardan bir gün önce (14 Eylül'ü 15 Eylül'e bağlayan gece) hap içerek intihar etmesi de, bize göre kocaman bir yalandı. Asmayı göze alamayanlar, onu zehirlemişlerdi. Bu konuda, avukat Burhan Apaydın'ın verdiği belgelere dayanarak yazdığım kitap, bence bütün gerçekleri ortaya koyuyor.

Dem yayınlarından çıkan "Menderes'i zehirlediler" kitabımda (mevcudu tükenmiştir), ona, 14 Eylül'ü 15 Eylül'e bağlayan gece, saat 21'de Luminal iğnesi yapıldığını ve iğnenin şokuyla komaya girdiğini ortaya koyuyorum.

O gece Menderes'e iğne yapıldığı, şahitlerin beyanıyla ve bizzat kendi sözleriyle sabit. Oysa komadan çıktıktan sonra ifadesi alınan Menderes, 33 Equanil ve 3 Nembutal'i, aylarca bir kibrit kutusunda biriktirdiğini, (bazen de Harbiye'den beri cebinde sakladığını), 14 Eylül'ü 15 Eylül'e bağlayan gece, tuvalete kalkarak, nöbetçilere göstermeden bu hapları içtiğini belirtiyor. 33 Equanil ve 3 Nembutal'in, öyle sıkı denetim olan bir yerde, bütün aramalardan kaçarak, hem saklanması mümkün değil; hem de bu kadar hap zaten bir kibrit kutusuna sığmıyor (Equanillerin her biri asprin büyüklüğünde). Kaldı ki, Menderes'in kan, idrar ve mide suyu tahlillerinde sadece Luminalsodik iğnenin ham maddesi Acide Barbiturique çıkıyor; Equanil'in ham maddesine (meprobamat) ise rastlanmıyor.

Oysa, gönderilen numuneler üzerinde, sistematik bir analiz yapılıyor ve her türlü zehirleyici madde aranıyor. Meprobamat bulunmuyor.


Niçin zehirlediler?

"Neden Menderes'i asmak yerine zehirlemeyi tercih ettiler?" diye düşünebilirsiniz. Ama o günleri hatırlayalım: Menderes'in asılmasının halkta büyük tepki uyandıracağı tahmin ediliyordu. Milletin galeyana gelmesinden çekiniliyordu. "27 Mayıs Yargılanıyor" kitabım için röportaj yaptığım General Faruk Güventürk (Eylül 1961'de Silâhlı Kuvvetler Birliği Cuntası'nın bir üyesiydi) bana şöyle demişti: "Ben şahsen binden fazla mektup almışımdır. Telefonlar... 'Hele bir asın, çoluğunuzu, çocuğunuzu yok edeceğiz. Hele bir kıllarına dokunun.' Öyle bir hava yaratıldı ki, bunları asmadan mı, Silâhlı Kuvvetler korkmuş duruma gelecekti."

Gene aynı kitap için görüştüğüm Milli Birlik Komitesi üyesi Fahri Özdilek, Milli Birlik Komitesi dışında oluşan cunta yüzünden bu cuntanın baskısıyla, idamların gerçekleştiğini belirtiyordu.

Ordu üst kademesindeki çeşitli subayların, idamlar hakkında farklı fikirlere sahip olduğu, Silâhlı Kuvvetler mensuplarına tehdit edici telefonlar yağdığı düşünülürse, cuntanın bir kolunun Menderes'i "temizlemek" için harekete geçebileceği hususu, o gün için hiç de şaşılacak bir durum değildir.


Son mektup

Menderes, son mektubunu eşi Berin Hanıma 14 Eylül günü yazmıştı. İntiharı düşünen, planlayan bir ruh hali içinde olmadığı aşağıdaki satırlardan da anlaşılıyor:

"Berin'im, hayatım. Dün o kadar bekledim, mektupların gelmedi, hüznüm bir kat daha arttı. Bugün alırım inşallah. O dayanılmaz hasretini bir derece hafifleten, ayrıca heyecan veren, sevgini getiren, nefes alma imkânı veren mektuplar... Uykumda da, uyanıkken de, onlar beni meşgul etti; en büyük acılara onlar sayesinde katlanabildim. Binlerce teşekkürler ve minnetler. Mutlu ve Aydın'ım, hepinizi en derin hasretle kucaklar, görülmemiş bir sevgi ve iştiyakla güzel yüzünüzü öperim Berin'im."

Berin hanım, her gün hem de birkaç kere eşine mektup gönderiyor ama, birileri kasten bu mektupları hemen teslim etmeyip, geciktiriyordu.

Menderes 14 Eylül'ü 15 Eylül'e bağlayan gece zehirlendi (İntihar etti!). 15 Eylül'de Menderes hakkında idam kararı verildi. Polatkan ve Zorlu, 15 Eylül'ü 16 Eylül'e bağlayan gece, sabaha karşı asıldılar.

Menderes'i ise, teammüllere aykırı olarak ve iyileşmesini beklemeden, ayın 17'sinde öğlen vakti astılar... Bu acele dahi, duyulan korku ve endişeyi ortaya koyuyor. Ya yoğun çabalar işe yarar da, Menderes ipten kurtulursa...

"Adı destanlara geçmiş her eser

sahibine

Niçin ağlar ve yanarlar

ölümünden sonra

Yaşıyor yirmi asır var ki baş

üstünde Mesih,

Gerilip çarmıha can verdiği

günden sonra" (F.N. Çamlıbel)

Menderes'in son sözleri şunlar oldu: "Hayata veda etmek üzere olduğum şu anda, devletim ve milletime ebedî saadetler dilerim. Bu anda karımı ve çocuklarımı şefkatle anıyorum."

İmralı'da, müebbed hapse mahkûm olanların koğuşunda, ibret verici bir konuşma cereyan ediyordu. İbrahim Kirazoğlu Kur'an okuyor, Bahadır Dülger ona refakat ediyordu. Nöbetçi subay gelip sordu:

- Kur'an okumak için kimden izin aldınız?

- Adnan Menderes inançlı bir insandı. Bunun için izne gerek yok.

Görevli subay bir şey demeden çıktı. Tam bu esnada, yağmur sağanak halinde idamın infaz edildiği yerin üstüne yağıyordu. Bu yağmur Adnan Menderes'in nâşını, mezara kadar takip edecekti.

Koğuştakiler, daha çok penceresi infazın yapıldığı tarafa açık olanlar, yüksek sesle "Allah" diye bağırıldığını duymuşlardı.

Sağdan soldan hıçkırıklar geliyordu.


Basın

O günlerde, Türk basını da iyi bir imtihan vermemişti. Darbecilerle kol kola girip gazetelerini yalan manşetlerle donatmışlardı:
  • Ağaoğlu Yunanistan'a çoban kıyafetiyle kaçarken yakalandı.
  • Sakıt iktidarın taraftarlarını silâhlandırmaya çalıştığı ve ordudan 37 bin tüfek istediği açıklandı.
  • Buzhanelerden toplu halde cesetler çıktı. Cesetlerin çoğunun nümayişlerde ölen talebeler olduğu açıklandı.
  • "Mezarları arayan Askeri İdare Emniyet Müdürü Vahap Erdoğan: 'Eyüp ve Üsküdar'da taze mezarlar var. Talebeler buralara ikişer üçer gömülmüş' dedi."
  • Harp Okulu'nun imha planı açıklandı.

    Eylül ayında, hep aynı hüznü yaşarım. İdam sehpasının utancını kalbimin derinliklerin hissederim.

    Kimbilir politikaya girmek isteyen kaç kişiyi, Menderes'in hayali vazgeçirmiştir. Türkiye'de, Osmanlı'dan beri adam kıyımı sona ermedi. Siyaseten katl ve kaht-ı rical. İşte 100 senenin politik özeti. Siyasetçileri katlederseniz, elbette devlet adamı kıtlığı çekersiniz.

    Dip Not 1:
    Dünkü yazımızda Necmi Kadıoğlu için "Tayyip Erdoğan'ın eski mesai arkadaşı" yerine yanlışlıkla "yeni mesai arkadaşı" diye yazılmıştır. Düzeltir, özür dileriz.
  • #Adnan Menderes
    #Anayasa değişikliği
    23 yıl önce
    Siyaseten katl ve kaht-ı rical
    İnsan sarrafları
    Davutoğlu çok iyi fakat…
    “Almanlar et başında”
    Varsıllar vergi ödemesin!
    Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı