|
“Dinimiz, Devletimiz”
Haşhaşi tayfa, 17/25 Aralık seçim ayarlı darbe kalkışmalarına karşı, doğruluğun ve doğruların yanında yer alan Müslüman yazarlara ilişkin güven sarsmaya, kuşku uyandırmaya yönelik faaliyetlerini ısrarlı bir şekilde sürdürdü ve sürdürmeye de devam ediyor.

Örneğin söz konusu tayfadan, ABD'nin İstanbul Başkonsolosluğu'nda verilen “az viskili” akşam yemeğinde yer alışının Wikileaks belgelerine işlendiğini unutan bir besleme kalem, “yevmiddîn”i (“Din Günü”nü) de belleğinden silerek, nicedir Müslümanları devletçileşmekle suçlayıp duruyor.

Bu konuda Elmalılı M. Hamdi Yazır'ın, bir asır önceki “Dinimiz, Devletimiz” başlıklı makalesinin son kısmını sizlerle paylaşmak istiyorum:

“Müslüman hem menfaat-ı dünyeviye ve hem menfaat-ı uhreviyesinin devlet ve hükümeti ile kâim bulunduğunu, devletini zayi ederse azab-ı uhrevîye kesb-i istihkak etmiş olacağını bildiğinden devleti uğrunda fedâ-yı can etmeyi en büyük fazilet ve sevap addeder. Yapamazsa devletinin vaziyet-i diniyesi derecesinde vicdanen mu'azzeb olur. Hükümetinden ayrılan İslâm bir hükümet daha yapmaya, yapamazsa aramaya gider.

Eğer İslâm'ın nusûsu, tarihi, menâibi'i, hatta Peygamberinin bilcümle güzâriş-i ömrü kat'î vesâik ile her yerde malum olmasa idi, mugâlatât ve mubâhesât-ı sofistiye ve neşriyât-ı garazkârâneden ihtimal ye'se düşebilirdi. Fakat küre-i arz üzerinde yaplmış ve maalesef lâyık olduğu mevkiden sükût etmekle beraber bugünki ümem-i mevcude içinde yine en büyük mevcudiyetlerden bulunmuş olan İslâmiyet'in hakikatleri bi'inâyetihî teâlâ mahfûz kalacak ve vukû'ât-ı câriyenin verdiği ibret derslerini kamçı yaparak âlem-i İslâm'da yine bir medeniyet-i fâzıla uyandıracaktır.

Bugün biz şüphe etmiyoruz ki dünyaya karşı Devlet-i Osmâniye'nin Müslümanlık yüzü, Türklük yüzünden daha ak ve daha câzibedârdır. Ve bu harpte artık maksadına nâil olmuş gibi görünen Avrupa'nın gaye-i siyaseti yüz sene evvelki kadar değil, dünki kadar bile İslâmiyet aleyhine müteveccih olamaz, elverir ki eski fikr-i ıslahatın açtığı rahneleri tamire çalışalım. İslâmiyetin ve Müslümanların da hissiyâtı, talep edecek hukuku olduğunu bilelim. Tebdil-i hüviyet etmekle hayat mümkün olduğuna inanmayalım, ciddî ve âdil bir idare-i muazzama tesis edelim ki bu da efkâr ve hissiyât-ı milliyeyi boğan istibdatlarla değil, milleti güzelce okşayarak yapılacak kanunlarla ve o surette tatbikat yapacak hükümet ve memrularla hasıl olur. Ulemây-ı İslâmiyeden Mâverdi, 'Siyaset ârâ'-ı âmmeye göre tedbîr-i umur-i memlekettir' diyor ki, meşrutiyetten benim anladığım bu idi.

En kolay bir vâsıta-i intibah ararsak, esnâ-yı hasımlarımız olan devletlerin, bizi sarsmak için, memleketimizde âlem-i İslâm'da vesair yerlerde propaganda olmak üzere ne gibi neşriyatta bulunduklarını birer birer tetkik etmeli ve zayıf damarlarımızın nerelerde arandığını anlamalı, ona tevfik-i hareket etmeliyiz. Ben eminim ki kendimizi beğendirmek için yaptığımız işlerin, yazdığımız yazıların birçokları aleyhimizde birer şahit olmak üzere ikame olunmuştur. İslam her şeyden üstün ve yücedir, ondan üstün olunamaz.”

Yazır'ın son dört paragrafını alıntıladığım makalesi, I. Dünya Savaşı'nın bitişinden tam bir ay sonra, “Tasvir-i Efkar”ın 11 ve 17 Aralık 1918 tarihi nüshalarında yayımlanmış. Yazır'ın devlette ıslahat çalışmlarına mahsus yerli ve yabancı düşünceleri ele aldığı bu makalesinin tümünü “Meşrutiyetten Cumhuriyete Makaleler” (Haz.: A. Cüneyd Köksal, Murat Kaya, Klasik Yayınları, İst., 2011) adlı kitaptan okuyabilirsiniz.

Bu alıntıyla, Müslümanların “din ve devlet” konusunda duruşlarının şartlara göre ne olabileceğine dair bir cevap örneği verirken, Yazır'ın devletin savaşı kaybetmesi karşısında en ufak bir ye'se düşmeyişini, yarınlara ilişkin umudunu koruyuşunu, idealini diri tutuşunu; kendini Batılılara beğendirme kaygısından şiddetle kaçınışını da aktarmak istedim.

Buna bakarak, Haşhaşi tayfanın besleme kalemlerinin, ABD'yi “anavatan” sayışlarının, Müslümanları Berlin'e, Londra'ya şikayet edişlerinin, üç kuruş çıkar ve güç gösterisi uğruna Müslümanları lekelemeye kalkışmalarının değil dindarlıkla, insanlıkla bile bağdaşmayacağını iletmeye çalıştım.

Ve bu vesileyle, ABD konsoloslarının yemek masalarında Müslümanları çekiştirmeleri karşısında, “N'ola, Müslüman geçmişinizle övündüğünüz kadar, şimdiki nifakçı halinizden de biraz utanabilseydiniz” diye bir kez daha haykırmak istedim.

Kendilerine “höt” denildiğinde, “al sana şahsiyetim” diyebilecek kadar adileşen, kavram kamaşası içinde haklılık arayan, bunu sağlayamayınca kuşku, korku, istikrarsızlık ve iftira üreten, akılları bulandırmayı marifet sayan Haşhaşi tayfasını, şu mübarek günlerde de Allah'a havale ediyorum.

twitter.com/OmerLekesiz
#Devlet-i Osmâniye
#Haşhaşi
#Dinimiz
#Devletimiz
9 yıl önce
“Dinimiz, Devletimiz”
Bu başarı hepimizin
Bin Kayrevan’dan bir Kayrevan’a
Herkeste bir ‘ben’ var, bir de ‘gerçeklik’…
Yatırım grevi
Gölge oyunu...