|
Faniler meydanı
Yazımın başlığı,
Marakeş
'teki
Camiü'l-Fena
'nın Türkçesi.


Marakeş (Marrakech) ise memleketine ad olmuş bir şehir; Berberice'deki

mur(n)akush

'tan gelen bir kelime:

Tanrının toprakları / ülkesi demekmiş

.



Ne demişler büyüklerimiz: Lügatla pehlivanlık olmaz. O halde sözlüğü bırakıp hale bakalım.



Önce bana mahsus bir yanılgıdan söz edeyim: Camiü'l-Fena'yı görünceye kadar,

Nakş-ı Cihan Meydanı

'nı İslam dünyasındaki en geniş avlu-meydan olarak bilirdim.



Hani şu İsfahan'ın merkezinde Şeyh Lütfullah, Şah camileri, Ali Kapı ve çevresindeki dört bir çarşıya açılan kemerli kapılarıyla çevrelenmiş (deyim yerindeyse çerçevelenmiş) meydan…



İsfahan'ın kalbi, özellikle sıcak yaz gecelerinde burada atar. Sadece faytonlar (ve aynı zamanda müze olarak kullanılan camiler) nedeniyle turistik bir görünüm kazanan meydan, İsfahanlıların piknik, muhabbet, alışveriş amaçlı olarak toplandıkları yerdir. Orta yerinde boylu boyunca uzanan havuzundan serinlik, çocuk seslerinden hayat, nal seslerinden hareket yayılır dört bir yana.



Bu manada Camiü'l-Fena, Nakş-ı Cihan Meydanı kadar organize (inceden inceye düşünülerek yapılandırılmış) bir yer değildir.



Belki asıl farkı da buradadır. Nakş-ı Cihan'a göre çok salaş, daha dağınık ama çok daha samimidir Camiü'l-Fena.



Faytonlarını dikkate alırsak, Nakş-ı Cihan'dakiler buradakilerin yanında minyatür gibi kalır üstelik.



Diğer yandan Camiü'l-Fena, suçluların ibret-i alem için (teşhir edilerek) idam edildiği bir alan olmakla, fenalıkların cezalandırıldığı yer olmaktan ad kazanırken, diğer yandan tanımı, hayatın geçiciliğine yapılan vurgu ile beslenir.



Lokantaları, kafeleri, camileri ve çarşılara açılan kapılarıyla Nakş-ı Cihan'a benzese de hayatın hareketi yönüyle ondan ayrılır.



Deyim yerindeyse, Nakşı-ı Cihan'da onca kalabalığına, onca dağınıklığına rağmen tabi olduğu bir düzen, dikkatle gözetilen bir adab-ı muaşeret vardır. Bu da biraz ağırbaşlılık, hatta biraz resmiyet katar Nakş-ı Cihan'a.



Camiü'l-Fena ise kelimenin en doğru anlamıyla ipini koparmışların yeridir.



Yılan ve maymun oynatanlar, falcılar, büyücüler, muska yazanlar, dişçiler, üçüncü sınıf sportif gösteriler yapanlar, kınacılar, baharatçılar, yemişçiler, kebapçılar, sakatatçılar, balıkçılar, salyangozcular, tezgahçılar, şerbetçiler, renkli kıyafetleriyle fotoğrafçılara mankenlik edenler… Yani yok yok Camiü'l-Fena'da.



Akşam ezanına doğru baharat ve sakatat kokularının kapladığı meydan, aynı zamanda büyük bir yemekhaneye dönüşürken, kimin kime ne sattığı, kimin kimden ne aldığı, kimin hangi amaçla orada bulunduğu iyice birbirine karışıyor.



Sevilla'daki Hiralda'nın kardeşi sayılan minaresiyle Kurtubiye Camii'nin tarihiyle yaşıt sayıldığına göre, Camü'l-Fena'nın yaşı da yaklaşık 1100 yıla baliğ oluyor.



Dünyadaki en büyük doğal tiyatro ortamı olarak niteleyebileceğimiz bu meydanın, biraz aciz, zavallı görünümleriyle sizde bir acımaya, üzüntüye yol açan insanları, aslında sizi kendi oyunlarının içine çekerek, üzerinizde hakimiyet kurduklarını da gizlemiş oluyorlar.



Bence bu meydanı cazibe merkezi haline getiren şey aslında budur. Dışarıdan bakışla maskaralık olarak nitleyip, görmeye, dahası dahil olmaya tenezzül etmeyeceğiniz bir hal, sizi çepeçevre kuşatarak kendi içine çekiveriyor ve siz asla bunu fark edemiyorsunuz.



Garip bir sır var çünkü burada. İlk bakışta görmeye, katılmaya tenezzül etmediğiniz şeyler, aslında sizin hayatınızın bir parçasını hatta tümünü oluşturuyor. Diğer bir ifadeyle, zaten içinde yer aldığınız dünya tiyatrosu, ilk insandan bugüne özündeki değişmeyenler yoluyla sizi de kuşatıyor ve başkasının hayatında kendi hayatınızı, başkalarına aitmiş gibi anlatılan hikaye ve masallarda kendi gerçeğinizi, hayalinizi buluyorsunuz.



Dolayısıyla Camiü'l-Fena'ya ilk adımınızı mütereddit bir şekilde attıktan sonra, adeta karşıdan size nanik yapan çocukluğunuzun peşine düşüp, meydanda farklı bir kimliğin, alışkanlığın, zevkin sahibi haline geliveriyorsunuz.



Önce kötü olarak nitelediğiniz kokularla, etkili bir tütsüye maruz kalmışçasına garip bir sis perdesinin gönüllü taşıyıcısı haline gelirken, hijyen denilen şeyin varlığını unutup, birçok şeyi tatmaya; ilk bakışta sizi korkutan hayvanlarla, insanlarla sanki kırk yıllık dostmuşsunuz gibi hemhal olmaya başlıyorsunuz.



İşte böyle bir dünya Camiü'l-Fena…



Tutulmak istemediğiniz ama tecrübe etmekten de kendinizi asla alıkoyamadığınız bir fırtına…



Hayat da bir fırtınadan ibaret değil mi aslında.



Ya da sadece bir abra-kadabra…


#Faniler meydanı
#Camiü'l-Fena
#Marakeş
8 yıl önce
Faniler meydanı
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle