|
Hayal: İznik’te bir üniversite
İznik'te bir üniversite kurulmasına dair hayalim, geçtiğimiz yılın Haziran ayında sevgili
M. Fatih Andı
ve
Yılmaz Daşçıoğlu
hocalarımla birlikte
Karlofça
'yı gördükten sonra başladı.


Novi Sad

'a yirmi kilometre uzaklıktaki Karlofça, dokuz bin nüfuslu küçücük bir şehir. Halkının tarımla ve tatlı su balıkçılığıyla uğraşması nedeniyle gündüzleri insin ve cinin top oynadığı bu küçük şehre tarihîlik vasfını kazandıran tek şey, Osmanlı'nın Batıda en büyük toprak kaybına neden olmakla kalmayıp, çöküş sürecini de başlatan 26 Ocak 1699 tarihli, şehirle aynı adı taşıyan antlaşmanın burada yapılmış olması.



“Yuvarlak masa toplantısı” deyimi de ilk kez o antlaşmayla diplomasiye girmiş; bilahare o masanın yer aldığı mekana büyük bir kilise yapılarak, antlaşmanın anısı ölümsüzleştirilmeye çalışılmış.



Aynı nedenle şehirde şıkır şıkır bir mimari uygulanmış. Merkezinde, kiliselerle ve kafelerle çevrelenmiş ağaçlarla kaplı geniş bir alan sebillerle, ahşap banklarla donatılmış. Uzun mesafeli iki kavşağın arası, birbirlerini uzata kese devam eden metrelerce uzunluktaki rengarenk çiçeklerle bezenmiş. Üç beş otomobilin görünüp kayboluverdiği caddeler, sokaklar tertemiz; aynı yükseklikteki evlerin cepheleri de hakeza... badanaları daha dün yapılmış gibi, bembeyaz...



Belgrad, Novi Sad çerden çöpten, kapkaranlık ve yamul yumul binalardan geçilmezken, Karlofça'nın Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşüne simge olarak böylesine yapılandırılmasına, rövanş maksatlı olarak değil elbette ama daha güçlü bir simge-şehirle kolayca karşılık verilebiliriz gibi geldi bana; üniversite hayalim de bundan doğdu.



Hani İznik denince akla ilk gelen şey, Hıristiyan dünyasının akidevî ve amelî problemlerini çözmek üzere toplanan ekümenik konsüllerdir.



Bu manada önemli işlevlere sahip olduğunu anlamak bakımında, 325 yılındaki konsülde,

Kudüs Piskoposu Makaryos

'un şehirdeki kutsal mekanların elverişsizliği ve yetersizliği konusundaki verdiği bilgilerin akıbetine bakılabilir. O bilgiler üzerine

İmparator Konstantin

, anası

Helena

'yı Kudüs'e göndererek büyük kiliselerin yapımını başlatmıştı.



İznik'in bir diğer tarihî önemi ise daha Anadolu Selçukluları'nın vassalı olduğu dönemde Osmanlı'nın ilk medreselerinden birini burada açmış olmasıdır. Orhan Gazi, 1331'de İznik'i fethedince, izleyen beş yılda şehrin adıyla bir medrese inşa ettirmiş ve

Dâvûd-i Kayserî

'yi de otuz akçe günlükle buraya başmüderris olarak atamıştı.



Hal böyle olunca İznik'te sınırlarını birazdan çizeceğim bir üniversitenin kurulmasına dair hayalim somut ve mantıklı gerekçelerine yaslanmış oluyordu.



Geçtiğimiz Şubat ayında sevgili

Mustafa Yılmaz

'la birlikte fotoğraf çekmek için İznik'e giderken, aslında ben biraz da söz konusu hayallerimin peşinden gitmiş oluyordum. Karlofça şartlanması nedeniyle İznik'te karşılaşacağım durumun beni ciddi manada şaşırtacağını, hatta sarsacağını nereden bilebilirdim.



Taş ve toprak dolgularla tarihî yapıların adeta birer kuyuya dönüştürüldüğü, daracık cadde ve sokakların tarihî dokuyu nefessiz bıraktığı, binaların kötüyü üretme başarısıyla inşa edilmişçesine konumlandırıldığı çiçeksiz, renksiz, kirli, pasaklı, derme-çatma bir şehir bulmuştuk karşımızda İznik namına. Çini müzesiyle, eski caminin bulunduğu alanın biraz daha eli yüzü düzgün sayılabilirdi ama TOKİ duyar ve gelip oraya da bir heyula diker korkusuyla, bunu Mustafa'yla birbirimize söylemekten kaçınmıştık.



İznik böyleydi ama ben yine de hayalimden vazgeçmedim. Hatta “belki” dedim içimden “hayalimdeki üniversite kurulursa, en azından bu vesileyle İznik Karlofça'ya çok gecikmeli de olsa nal bile toplatabilir.”



Lafı uzatmayayım, şöyle bir üniversite:



Öncelikle üniversiteyi, her şeyin hızla ölçüldüğü metropollerde ilim ve bilimin gerektirdiği yavaşlığa sahip olmak ve o yavaşlığı nazariyata, pratiğe gereğince aktarmak artık neredeyse imkansız olduğu için, pastoral şartları çok elverişli olan, hayatın yavaşça aktığı bir mekanda hayal etmem gerekiyordu. Önü göl, arkası orman olan İznik ise bunun için biçilmiş bir kaftandı.



Osmanlı usulü klasik bir yapı oluşturulacaktı: Dört bir yanında hoca ve öğrencilerin barınacakları hücrelerin, kütüphane, mescit ve yemekhanenin yer aldığı, ortasında revaklarla çevrelenmiş kocaman, ağaçlarla, çiçeklerle bezeli bahçesi, kuyuları olan bir yapı...



İslamî bir müfredatın yapıldığı, hatta adı İslamî İlimler Üniversitesi olan bu üniversite tümüyle sivil olacak, irticadan çok korkan devletimiz, durumdan nem kapmasın diye gerekli gördüğü zamanlarda burayı kontrol edebilecekti.



Bu üniversitede hoca öğrencisini, öğrenci de hocasını seçebilecekti. Dolayısıyla hoca esaslı bir eğitimin öngörülmesi nedeniyle öğrenci, uykusu, çalışması ve ailevi ihtiyaçları dışında mümkün olabilen her zamanda hocasıyla birlikte olacak, bu sayede ondan ders almakla kalmayacak onun ahlakını da kendiliğinden içselleştirmiş olacaktı.



Bu üniversitede öğrenim süresi, hocalarının öğrencinin yetiştiğine kanaat etme süreleriyle sınırlı olacaktı. Doktora için başvuranlarda ise Kur'an ve Hadis hafızı olma şartı aranacaktı.



Daha birçok şeyle birlikte,

Heidelberg

'teki

Feylesoflar
Yokuşu

gibi bir

Ulema Yokuşu

bile hayal etmiştim bu üniversite için.



Ama görünen köyün, bizleri hayalin kılavuzluğundan bile mahrum etmesi ne acı!


#İznik
#Üniversite
8 yıl önce
Hayal: İznik’te bir üniversite
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle