|
İki yobazlık arasında Müslüman sanatçı

Müslümanların sanat planında, önceki devirlerde olduğu gibi Batılılaşma devrinde de özellikle şiirle meşgul olmaları, ilgili geleneğin sağlamlığıyla ve daima izlenmeye değer oluşuyla açıklanır.



Bu yorum doğrudur çünkü şiir, önce bilgiye, bilmeye, bildirmeye tabidir ki, bunların sanat düzeyinde ifası da eğitim ve terbiyeyle sağlanır.



Dolayısıyla

şiir geleneği

olarak ifade edilen şey, asl (bilgi) ile, zamana ve şartlara göre değişerek zenginleşen birikimin (eğitim ve terbiyenin) müşterek hasılası olması bakımından hem sağlam hem de değerlidir.



Ancak konu, Batılılaşma özelinde böyle ele alındığında şu çelişki es geçilmiş olunmaktadır:

Kültürel değişme

,

zihinsel travma

terimleriyle birlikte açıkladığımız Batılılaşma sürecinde, şiirin de örneğin din ile dil'in maruz kaldığı tecavüzden etkilenmemiş olması düşünülemez. Çünkü

şiir, son tahlilde zihniyet ile dil'in çocuğudur

; bunlara yönelen her olumsuzluk zorunlu olarak şiire de yönelir.



Söz konusu çelişkinin giderilmesi tahtında benim bulabildiğim izah şudur: hayatın her alanını etkileyen Batılılaşma kuşkusuz şiiri de etkilemiştir. Fakat, Batılılaşma(ma) nedeniyle toplumsal hayatın dışına itilen Müslüman sanatçının, elindeki tek imkan şiir olduğundan, diğer bir ifadeyle öznellik açısından şiir duygu ve düşüncesi dış müdahaleye kapalı tek alan olduğundan, Müslüman sanatçının varlığı da ancak onda ve onunla devam edebilmiştir.



Bu kanaatimizi patik hal üzerinden sabitleyecek olursak: Müslüman sanatçı,

güzel sanatlar

ana başlığı altında oluşturulan kurumlardan planlı olarak uzak tutulmuştur. Akademilere kabul edilmemiş, kültürel kurumlara yaklaştırılmamış, sergi salonlarından kovulmuş, tiyatro, sinema vb. yeni sektörlerde iş yapması engellenmiştir.



Müslüman sanatçının maruz kaldığı bu halin tam adı, kayıtlara

Batıcı yobazlığı

olarak geçmiştir. Bu yobazlığın katı defansı nedeniyledir ki, Müslüman sanatçı ancak şiirde tutunabilmiştir.



Son zamanlarda, Tanzimat'tan beri var olan bu kanonik yobazlığın tür ve tutumundaki katılıkta, kısmen bir esnemenin olduğu kimilerince dile getirilse de gerçekte halen değişen çok fazla bir şey yoktur.



Gerçi gelinen son noktada bu katı defansın fazla bir önemi de kalmamıştır. Çünkü, Müslüman sanatçı eserleriyle, Batıcı kanona rağmen, kendini tanıtmanın, halka ulaşmanın yeni yol, yöntem ve araçlarına erişebilmiştir.



Ancak bu noktada da Müslüman sanatçı, adı

dinî yobazlık

olan ikinci bir yobazlıkla karşı karşıya gelmiştir.



Bu tutumun sahiplerince de konu,

suret

yasağından başlatılıp, sebep olunan

temsil

i ahirette canlandırma korkusuyla katmerlendirilerek, sanatın lüzumsuzluğuna bağlanmaktadır.



İslam'ın, zihniyet ve kültüre bahşettiği öz'ü esas alarak, söz konusu tutum sahiplerinin bakışını değerlendirdiğimizde, korumacılık güdüsünün onlarda neden olduğu aşırı baskı halini teslim etmekle birlikte, asıl sorunlarının dini planda

akidevî

(fıkhî) ve düşünsel olmaktan çok, ilgili kavramlar hakkındaki bilgisizlikten (cehaletten) kaynaklandığını söyleyebiliriz.



Örneğin,

suret

nedir ve

suret yapmak

neden haramdır?



Düşünme, tanımlama ve konuşma, hatıranın (bilgiyi hıfzeden hafızanın) akla sunduğu imgeler (suretlendirmeler) üzerinden gerçekleşebildiğine göre, her insanın anbean bu yolla, yani

aklen ve lisanen yarattığı suretlerin hükmü nedir

?



Akla

hilkaten

verilen bu hakkın (suretlendirmenin), somuta dönüştürülme hakkını kim hangi hakka dayanarak iptal edebilir?



Her suret yapma (tasvir)

temsil

etme midir?



Temsili ihtiva etmeyen (temsil amacı gütmeyen) bir sanat mümkün değil midir? Eğer değilse, yanlış bir adlandırma olmakla birlikte, ifade ihtiyacına karşılık düşen

İslam Sanatı

terimi nasıl türemiş, nasıl uygulanmış ve bugüne nasıl intikal edebilmiştir?



Harf sesin, kelime ifadenin, hat kelamın (lafız ve mananın) sureti değil midir

?

Bir hat istifi olarak ayet, başlı başına suret-e getirme değil midir

?



Sayısı fazlasıyla çoğaltılabilecek olan bu vb. sorular, dinî yobazlığın derdinde, merakında, cevaplama gayretinde olacağı sorular değildir.



Hal böyle olunca Müslüman sanatçı, ikinci bir yobazlığın pençesine (tam da birinci yobazlığa karşı, mümin kalma ve müminlerle birlikte olma güveniyle sanatını gönlünce icra edeceği alanda) düşüvermektedir.



İki yobazlığı da, iktidara ve topluma nüfuz edebilme güçleriyle birlikte düşündüğümüzde, Müslüman sanatçının sanattan soğu(tul)ması ve dolayısıyla insanlığını eksik yaşaması, yarım bir hayatı sürdürmeye rıza göstermesi kaçınılmaz gibi görünmektedir.



Yobazlık dediğimiz şey de, aslında bu seviyede bir yaşayışı hakim kılma çabası değil midir?



Her inanışın yobazı yarı(m) insandan ve tamlığın düşmanından başka nedir?

#Müslüman
#Sanat
#İslam
#Batı
7 yıl önce
İki yobazlık arasında Müslüman sanatçı
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle