|
İrfandan ezelî dine...
Şii ve Sünni tarikatların birbirlerinden etkilenmeleri aşikar olmakla birlikte, Şiiliğin asli, Sünni tarikatların ise fer'i saydıkları üç hsus var ki, bunlardaki benzeş(me)me nazariyattan çok pratikte “mülemmalı” bir şekilde ortaya çıkıyor.

Şiiliğin asli saydığı bu üç esas: İmamet / hilafet, Bedâ ve Rec'at, takıyye, ve sahabeye muhalefet'tir.

Burada Şia tarikatının itikadi farklılıklarını değil, “ilahiyat” içeriğiyle pratikteki durumunu, Sünni sufilikle karşılaştırmalı olarak belirlemeyi öncelediğimiz için, söz konusu kavramlarla ilgili kelam ve fıkıh kitaplarına bakılmasını önererek, bunlar çevresindeki mülemmalı ilişkiye dikkatinizi çekmek istiyorum:

İmamet / hilafet'in, Hz. Peygamber'in (sav) vefatıyla birlikte Müslümanlar arasında ortaya çıkan ilk görüş ayrılığı olduğu malumdur. Bu yanıyla imamet / hilafet, Şiiler için “siyasi varoluş” sebebi iken, Sünniler için (İbn Arabi'nin etkili görüşüyle), bir şahısla ilişkilendirilmek yerine dini, sosyal bir mertebe ve onun işlevi olarak değerlendirilir. Dolayısıyla Şiiliğin bugününde önemi daha da artan Velâyet-i Fakih konusu da yine bu çerçeveye oturtulur.

Ancak Sünni tarikatlar pratiğinde de, imamet / hilafet, şeyhle ilişkilendirilmekte olup, özellikle Türkiye şartlarında, bugün, ilgili şeyhin işaret ettiği partiye oy verme alışkanlığı üzerinden, şeyh de “siyasetçinin siyasetini belirleyen gücün sahipliği” mertebesine oturtuluvermektedir.

Bedâ ve Rec'at'ın pratiğinde de benzeri sorunlar vardır.

Dünden bugüne Sünni sufilikte ekseriyetle, şeyhin müridi koruması ve yönlendirmesi, halka himmeti kapsamında Allah'ın tekvin, ilim ve irade gücünü değiştirme ayrıcalığına sahip olduğuna inanılır ve bu inanış bir “sır” olarak muhafaza edilir.

Takiye konusunda durum zikrettiğimiz iki husustan farklı değildir.

Mevleviliğin “kadere karşı çıkmama” gerekçesiyle Moğollarla işbirliği yaptığı günden beri, Sünni sufilikte de takiye vardır ve yine buna ilişkin açık örnekler Mevleviliğin daha yakın ve şimdiki döneminde Kemalizm'le, sistemle kurduğu ilişkilerden çıkarılabilir.

Sahabe konusunda ise, Şiilerin (ilk üç halife başta gelmek üzere) fahiş tutumlarına karşı, Sünnilerin sahabeye sevgide ve saygıda kusur etmemeye özen göstermeleri bir teamüldür; bu manada Hz. Peygamber'le eş, evlat, akraba, arkadaş ve dost olarak irtibatı olan herkes için, tespit edilmiş bir hatası varsa bile hükmü Allah'a havale edilerek, onlar hakkında edep tavsiye edilir.

Mülemmalı etkilenmeler cümlesine mehdilik, masumiyet, seyyidlik vb. hususların ilave edilebileceğini de belirterek, Şii tarikatının Sünni sufiliğe göre önemli bir farkına daha işaret etmeliyiz:

İrfan felsefesine mahsus pratiklerin uluslararası bir nitelik taşıdığını söyleyen Seyyid Yahya Yesribî, ilgili sözlerini şöyle sürdürmektedir: “Bu tarz tefekkürün ayak izlerini muhtelif halklar ve topluluklar arasında, tarihin bütün dönemlerinde ve hatta bu yolun daha basit ve ilkel biçimlerinin izlerini kadim, göçebe din ve mezheplerde bulmak mümkündür.” (İrfan Felsefesi, İnsan Yay., İst., 2010)

İstitraden belirtelim: Ezelî din, ezelî hikmet kavramları üzerinde yapılandırılmış Tradisyonalizm'in tarikatı olan Meryemiye'nin mevcut şeyhi Seyyid Hüseyin Nasr'dır. Tradisyonalistler'in mi Şii Nasr'ı içlerine aldıkları yoksa Nasr üzerinden Şiiliğin mi Tradisyonalizmi kuşattığı tartışmaya açık bir husustur.

Yesribi'nin yaklaşımı Şiilikte geneldir. Sünni sufilikte ise, tıpkı İbn Arabi'nin İbn Rüşd'e eş-zamanlı olarak söylediği “evet – hayır”ın işlevini yüklenen bir tutumla felsefeyle mütereddit bir ilişki söz konusudur.

Elbette bu bağlamda Şii ilahiyatının Hindi, Musevi, Zerdüşti ve İsevi ilahiyatlarla kimi noktalarda irtibat kurması, Sünni ilahiyatına göre dünyaya açılmada ve harici (İslam dışı) ilahiyatları kendi içine çekmede daha başarılı olabileceği şeklinde de değerlendirilebilir.

Öte yandan, yine bu husus Şii şeriatını, İslam dairesinden de çıkartıp, İsevileri ve Musevileri memnun edecek karatta (mevcut olanından daha ziyade) salt kutsalla ilişkili bir inanış haline de getirebilir.

Üç yazıdır işlediğimiz benzerlikler ve ayrılıklardan hareketle, artık şu sonuca ulaşabiliriz:

1-İran ve İran etkisi dışında, kendilerini İslam ümmetine dahil addeden Şiilerle aramızda durduk yerde bir çatışma, yeni bir nifak vesilesi üretmemek,

2-Takıyye'nin akide olarak seçildiği bir inanışta neyin, niçin, nasıl, kaç zamanda, hangi şartlarda “şer'i / hakiki” olarak kabul edildiğini ve öne sürüldüğünü tespit etmemiz aklen ve naklen mümkün olamayacağı için, “Şii ilahiyatla hesaplaşmalı mıyız?” sorusuna vereceğimiz cevap, “hayır” olmalıdır.

Aksine, hesaplaşılmaya çalışıldığı takdirde boş yere cedelleşilmiş, aramızdaki (örtülmesi, giderilmesi mümkün ve muhtemel kimi) farklılıklar çokça derinleştirilmiş olunacaktır.

Ama Şii ilahiyatla hesaplaşmak yerine, Sünni (özellikle sufiliğin, Şiilikten emanet hurafelerle boğduğu) ilahiyatla hesaplaşmamız asıldır. Bu bapta kaybettiğimiz Şiiler değil, doğrudan kendimiziz.

Son olarak, “İran şu ya da bu yanıyla sorunlu değil; sorunun ta kendisidir” hükmümüzü (Şiilerin İran'ın çatısı altındakilerden ibaret olmadığını, tamamının dünyadaki Müslüman nüfusunun yaklaşık %10'una tekabül ettiğini ve ayrıca Şiiliğin de yekpare bir tarikat olmadığını, birbirinden farklı onlarca şubesinin bulunduğunu göz önüne alarak), özel (ırki) bir “mevzi alma” halinin tercümesi saymamız ve zorunlu diyaloglarda “sanki Müslüman değillermiş gibi” mukabelede bulunmamız, belki “tedbiren” daha doğru olabilir.

twitter.com/OmerLekesiz
#Hindi
#Musevi
#Zerdüşti
#Sünni
#sufilik
9 yıl önce
İrfandan ezelî dine...
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle