|
Nice okudun Nietzsche’yi

Şöyle bir şiir:



“tanrı / sorguda / susma hakkını kullandı yine / baronun avukatı çaresiz tedirgin / müvekkilim dedi / iyi niyetinden ötürü yargılanamaz / iyi hale dikkat etmeli yüce mahkeme / müvekkilim pek sayın tanrı tealâ / toplum nezdinde ve dahi / kalplerin kısım-ı azamisinde / ihtirâm uyandıran ismiyle / saygın bir yere sahiptir / anlayacağınızı umarak söylüyorum ki o / ne yaptıysa insanlık için yapmıştır / yüce makamınıza sunduğum belgeler / buraya çağrılmaları mümkün olmayan / kadim zaman şahitlerinin sözleridir / yüce tanrı / bilvesile ilan ediyorum / bu mahkemelerin hiçbirine gelmemekle / zat-ı devletlerini küçümsemiş olmaz / müvekkilim şanı pek yüce / mahkeme edilmeye izin vermekle / hoşgörüsünü gösteriyor hem / sorgu mahkemede devam ediyor / ses seda yok tanrı'dan”



Bu şiir, hayır hayır, Nietzsche'nin şair sureti olarak tanımlayabileceğimiz Comte de Lautréamont'a ait bir şiir değil. Malum, insanı kendi varlık vasatının altına yani hayvanlığına indirgemek suretiyle yücelten ve onu Mutlak Yüce'nin karşısında konumlandırmaya çalışan bir şairdir Lautréamont.



Alıntıladığımız şiirin yayınlandığı dergi ise, mütevazılığına, orada yeralan isimlere ve onların kullandıkları terminolojilere bakıldığında Müslüman bir edebiyatçı grubu tarafından çıkarıldığına hükmedilebilecek bir dergi ve dolayısıyla söz konusu şiirin sahibi de terminolojik düzeyi itibariyle Müslüman olarak nitelenebilecek biri gibi görünüyor.



Elbette, görünen köy kılavuz istemez, şairinin kimliğini (dünya görüşünü) bile meşkuk hale getiren olumsuz dilinin, edebiyatın sadece “-iyat” kısmıyla ilişkili olabilecek idrak düzeyinin ve perspektifinin tartışmaya değer bir yanı olmadığı gibi, şiir değeri yüklenerek de tartışılabilecek bir yanı yoktur.



O halde bu şiiri (onca olumsuzluğuna rağmen) bu köşede alıntılayarak neden görünürlük kazandırdım?



Şundan:



Ancak Gezi eşkıya kalkışmasına katılan çocuklarla, gençerlerle varlığına tanık olabildiğimiz zihni bir kirliliğin, Müslüman aile içinde yetiştikleri için bir idrak problemiyle yüzyüze bulunmadıklarına hükmettiğimiz bizim çocuklarımızı da etkisi altına aldığını vurgulama ihtiyacıyla yaptım bunu.



Başta Nietzsche olmak üzere, Spinoza'yı, Kierkegaard'ı, Freud'u, Locke'u Marks'ı vb. yetersiz zihni donanımları, dolayısıyla netleşmemiş dünya görüşleri (amentü bağıları) üzerinden nice okuduğunu bilmeyen, şimdilik çok az sayıda olan ancak şeytani olanın aynı zamanda cazibedar olması nedeniyle kolayca yayılabilecek silik ama gerçek bir olgu ile karşı karşıyayız.



Kimi vesilelerle sadece benim değil, gazetemizden Yusuf Kaplan'ın, Erol Göka'nın, İbrahim Tenekeci'nin, Yalçın Çetinkaya'nın ve Ali Nur Kutlu'nun da yer yer işaret ettikleri bu olgunun, yine Müslümanlara ait olduklarını söyleyebileceğimiz birçok internet sitesindeki gençlere ait yazılardan gözlenmesi de mümkündür.



Üç aşağı beş yukarı şöyledir bunlarda da dışa vuran dil:



“Yaralarımın tendürtiyotunu içtim, onları kökünden kurutmak için. Koşarak şehre giren bir adam, Süleyman'ın sarayında eteklerini yukarı çeken Belkıs şaşkınlaşımlarıyla durup önümde 'aşk' dedi. Yarıldı gök, başladı yağmur, topraklar mücella bir otopark oldu sulara. Aşk'ı aklıma yazıp, bir Oğuz Atay aymazlığıyla yürüdüm Nietzsche'nin inkarına. Terdürdiyotun yararlanılmasılığında kapanan yaralarım, aşk'la açıldı tanrısızlığın onulmazlarına.”



Böyle bir metin henüz lafız olarak yok ama temsil yönüyle internet ortamında bunun çok sayıda örneği var.



Türkçe'nin hakkını gözetmeyen, bilakis TDK'nın kabile diline rahmet okutan sarsak, sersem, rezil, kırık bir dil… Dil böyle olunca düşüncenin de belirttiğimiz tarzda olması adeta kaçınılmaz hale geliyor.



Edebiyata oldum olası soğuk bakanlar şimdi diyecekler ki, rüzgar eken fırtına biçer, neyse haliniz o çıktı falınız. Haksız sayılmazlar hani. Suç ve Ceza'yı üç kere okumayandan edebiyatçı olmaz diyenlerimiz gökten zembille inmedikleri gibi, Gezi'deki çocuklar da gökten zembille inmediler. Konunun sosyolojisi ziyadesiyle karmaşık, dindar gençlik yetiştirme çabaları da ziyadesiyle samimiyetsiz.



Hal böyle olunca edebi olmayandan edebiyatçı olmayacağını söylemenin, Nietzsche'yi doğru okuyabilmek ve anlayabilmek için önce Muhammed İkbal'i doğru okumak ve anlamak gerektiğini söylemenin bir karşılığı da olmuyor.



Zaten bugün Nietzsche ve emsallerini okuyanlarımız da diz kırıp, zihin yorarak okumuyorlar; görselleştirilmiş bilgileri üzerinden okuyorlar onları.



Deyim yerindeyse Nietzsche'nin bıyığıyla, Marks'ın sakalı ilham veriyor onlara, bir saçmalığı, edepsizliği, hürmetsizliği meleklerden bilgi çalan şeytanlar edasıyla dile getirirlerken.



Mesele şiir değil. Öyle olsaydı, “şairdir ne yaparsa yeridir” der geçerdik.



Mesele şiirle ortaya konulan bir zihniyetin (ya da zihniyetsizliğin) fotoğrafıdır.



Bunun yol yakınken görülmesi, gösterilmesi elzemdir.




#Nietzsche
#şiir
#Kierkegaard
#Oğuz Atay
8 yıl önce
Nice okudun Nietzsche’yi
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle