Üç cilt olarak hazırlanan bu kitap, cilt sırasıyla 1915, 1920 ve 1924'te yayınlanmıştır. Bu tarihlerden itibaren tıpkı basımlarının yapılabildiği 2000 yılına kadar, ilgilileri tarafından adeta mumla aranmıştır.
'in
'nin de (1928) eklendiği yeni basımı ise ancak Osmanlı Türkçesi'ne aşina olanlara ulaşmış ve dolayısıyla genç nesiller yine ondan mahrum kalmışlardır (Bizim Büro Basımevi Yayın Dağıtım, Ankara 2000).
Bu aranmayı ve mahrumiyeti vurgulayışımın nedeni, Osmanlı edebiyatıyla köprü oluşturabilecek tüm imkanları ortadan kaldırma, önce toplumu hafızasızlaştırıp, sonrasında doğacak olan boşluğu ise Batı edebiyatıyla ve onun taklidinden ibaret olan türedi, köksüz bir edebiyatla doldurma siyasetine bağlı olmasındandır.
Nitekim bu siyaset, elifbadan alfabeye geçin normal sonucu olarak, yirmi beş yıl gibi kısa bir sürede, yeni neslin Batı'dan bildikleri yüzlerce yazar ismine karşılık, Osmanlı'dan beş yazarın adını zikredememesine neden olmuştur.
Bursalı'nın Osmanlı Müellifleri, öncelikle malum siyasetle unutturulan bir kültür hazinesinden, en azından ismlerin hatırlamasına kaynaklık edebilecek yegane kitap olması bakımından önemliydi.
Gerçi,
'in meslek ayrımlı olarak, 1930'lardan itibaren yayımlanan kitapları, mezkur bağlamda ihtiyaca cevap verebiliyorsa da, hazırlanma tarzı ve içerdiği bilgilerle de biricik olan Osmanlı Müellifleri'ne duyulan ihtiyacı tam gidermiyordu.
Nihayet,
(TÜBA), Osmanlı Müellifleri'ni, zikrettiğimiz durumu gözeterek, adına yakışır bir gayret ve özenle elifba'ya göre hazırlanan içeriğini koruyarak, yine üç cilt halinde yeniden yayımladı.
Böylece,
eliyle, meşâyih, ulemâ, şuarâ, müverrihîn, etıbbâ, riyaziyyûn, coğrafiyyûn ayrımlı olarak, toplam 1691 Osmanlı müellifinin (onlardan yapılan iktibaslarla birlikte) hayat - eser bilgisi, elifa tertibi ve şimdiki alfabeyle yeni nesle sunulmuş oldu.
TÜBA Başkanı
'a, tamiri mümkün olmayacak şekilde yıkılmış bir kültür köprüsünü yeniden, aslına uygun olarak inşa ettirdiği için teşekkür ediyorum.
Onun bu gayretinden aldığım güç ve sevinçle, “arkadaşlarımız oturtuldukları koltuklarda buz gibi eriyorlar” şeklindeki sabitleşmiş sitemimin ortadan kalkmadığını ancak büyük oranda azaldığını da burada ifade etmeliyim.
Osmanlı Müellifleri'nin yeni basımında, indeks konusunda gösterilen hassasiyetin de altını ayrıca çizmeliyim.
Mevcutlarındaki müellif ve eser isimlerinin eksikliğini de gideren 182 sayfalık bir indeksle desteklenen kitap, tek kelimeyle muhteşem olmuş.
TÜBA (b)ilimsel işlerle görevli bir kurum olduğundan, ondan belirli konularda kitap yayınlaması beklenebilir ki, bunu da zaten yapıyor.
Arzulanan ise, bu vb. kurumların son tahlilde toplum yararına kurulmuş olmaları nedeniyle, genele yönelik kaynak eserlerin yayımına da el atmalarıdır.
TÜBA Başkanı Acar'ın, kaynak kitap yayımından maksadının, kurumun öz-el ihtiyaçlarıyla (ya da görevleriyle) söz konusu arzuyu birlikte karşılamak olduğunu sanıyorum ki,
'nin
adlı kitabının da yine TÜBA tarafından yayımlanmasını bunun güzel bir örneği olarak alıyorum.
İncelemesi, tahkiki ve çevirisi
imzasını taşıyan Îsâgûcî
aynı zamanda ilmi bir geleneğin de adıdır.
Sarıoğlu bundan hareketle,
'un
'si ile
,
,
ve
'nin Îsâgûcîlerini inceledikten sonra toplam otuz sayfalık
çevirisini (metniyle birlikte) vermiş.
Ebherî'nin (ö. 1265) metni kısa ama yoğun mu yoğun. İlk paragrafını nakledersem söz konusu yoğunluk daha iyi anlaşılacaktır:
“LAFIZLARIN DELÂLETİ: Konuluşu bakımından anlamlı olan lafız, konulduğu anlamın tamamını örtüşme/kaplam (bi'l-mutâbaka), -şayet varsa- parçasını içlem (bi't-tazammun), zihindeki ayrılmaz özelliğini de gereklilik (bi'l-iltizâm) yoluyla gösterir. Sözgelimi 'insan' lafzı 'düşünen canlı'yı örtüşme/kaplam, bu ikisinden birini içlem, bilme ile yazma sanatına olan yeteneği de gereklilik yoluyla gösterir/işaret eder.”
Fazla söze ne hâcet!
Bildiğim kadarıyla, belirli bir sayıyla sınırlı da olsa,
kaynak kitapların yayımına bir süre daha devam edecek.
Emeği geçenlere ve geçecek olanlara ayrı ayrı teşekkür ediyorum.