Sosyal medya sayfalarınızda, e-posta sunucularınızda ve arama motorlarınızda size kimleri takip etmenizin önerildiği, hangi tür reklamlara, ilanlara, e-postalara ve bilgilere muhatap olduğunuz dikkatinizi mutlaka çekmiştir.
Örneği kendimden vereyim: Sosyal medyadan yazarları takip etmem önerilirken, e-posta sunucularımdan film, kültürel etkinlik mesajları, arama motorlarından kitap, dergi, kaplıca, müzik vb. bilgiler ekranıma öncelikli olarak düşmektedir.
“Aynı kelime için Danimarka’daki bir IP ile Türkiye’deki bir IP’den yapılan aramalar aynı sonuçları vermez. Diyelim ki, teknolojiyle ya da tıpla ilgili bir kelimeyi aratıyor olalım. Danimarka’da konuyla doğrudan ilgili yüzlerce sitenin adresi, Türkiye’de ise magazin ve eğlence öncelikli sitelerin adresleri sıralanır.”
Demek ki neymiş, internet aleminin babaları, dünyayı kültürel kimliklere, sosyal (mesleki) rol ve statülere göre tanzim etmekle kalmayıp, buna bağlı olarak Danimarkalı Jacob’u teknolojik bilgiye ve düşünüşe yöneltirken, Türkiye’deki Ömer’i de bir söğüt gölgesinde kumdan kale yapmaya, yani her durum ve şartta edilgen olmaya yöneltebilmektedir.
Bunları düşünürken, Gezi eşkıya kalkışmasını, felsefi bir nazariye eşliğinde siyaset-üstü bir ideale dönüştürmek için çırpınanların, hareket noktalarını “kültürel kimlik dayatmasına itiraz” şeklinde belirleme gayretleri geldi aklıma.
Bu tez (felsefi arkaplan oluşturma çabası) tutmadı, çünkü ABD’nin bile kendi güdümündeki terör örgütlerini (IŞİD dahil) kültürel kimliklere göre adlandırmaya özen gösterdiği bir devirde, kültürel kimliğe itiraz etmenin hiçbir cazibesi olamazdı.
Nitekim Gezi eşkıya kalkışması da daha birinci gününde sol kimlikli grupların denetimine girerek, hükumeti yıkmaya mahsus bir kalkışmanın tek adresi haline geldi.
Bugün içinse, daha iyi örgütlenmiş, kültürel kimlik sorunundan çok daha keskin olan bir kavmiyet kimliği sorunuyla yüz yüzeyiz. Dün Gezi’de kültürel kimlik dayatmasına itiraz ettiklerini söyleyenlerin de destekçisi oldukları bir sorun bu: Barzani’nin Kürt devleti kurma çabası.
Yukarı zikrettiğim tezgah bu konuda da çok iyi işliyor. Ülkemiz ve milletimiz için açık bir tehdit oluşturma potansiyeline sahip bulunan söz konusu duruma karşı bizden bilgisiz ve edilgen olmamız talep edilirken, burnumuzun dibinde ikinci bir İsrail devletini kurma çalışmaları da pervasızca yürütülüyor.
Yeni Şafak ve yazarlarının güçlü itirazları ve uyarıları dışında, “layık görülmüş edilgenlik” şeklinde şerh edebileceğimiz, medyadaki bu derin suskunluğun başka bir izahı var mı?
Medyanın ve dolayısıyla oradan iş gören kanaat önderlerinin üzerine serpilen ölü toprağı, velev ki bu ülkenin toprağı olsa da, onu serpenler bu ülkenin dostları değiller.
Tehlike içinde yaşama duygusunu pompalamamak, rahatları kaçırmamak elbette gözetilmesi gereken önemli hassasiyetlerdir.
Ancak, kimi vakitlerin kıymetini bilmek çok önemlidir ve içinde bulunduğumuz vakitler de “Şarkılarla türkülerle avutayım seni” diyebileceğimiz, internet babalarının bize layık gördükleriyle yetinerek, mahmur edalarla salına salına gezebileceğimiz vakitler değildir.