|
Sufilikle mesafeli olmak
“Sufilikle mesafeli olmak” derken, fiziki bir uzaklıktan (uzaklaşmaktan) çok, onunla kurulacak düşünsel ilişkinin bir düzeyini kastediyorum.

Önce, sufilik bağlamında daha genel bir hususu vurgulayarak bu konuya geçeceğim:

Kelam (akide ilmi), Fıkıh (amel ilmi), İlm-i İlahi (metafizik) başta olmak üzere İslami ilimlerden söz ederken, bu ilimlerin oluşumundan bugüne kadar ki tartışmaları, eski ve yeni anlayışları
özel
olarak bilmek, katkıda bulunmak o ilimlerin ehline, ilahiyatçılara, akademisyenlere... düşer.

Bir münevver ise söz konusu ilimleri, ilgili tartışmaları ve temsilcilerini
genel
planda (malum olarak değil, malumat olarak) öğrenir. Onun bu öğrenmesinden maksat, ilgili ilimlere katkıda bulunmak değildir. O, onlardan edindiği hazır bilgilerle,
dini zihniyette ve kültürde
meydana gelen değişmeleri doğru değerlendirmek, bu değişmelerin istikametine ilişkin sezgilerini, yorumlarını güçlendirmek ve varsa ilgili tekliflerini paylaşmak makamındadır.

Diğer bir söyleyişle, örneğin Kelam ehli
tahkik
ve
tespitte
sabit olarak akideyi anlamada derinleşirken, münevver
tefekkür
ve
teklifte
sabit olarak dindarlardaki (Müslüman toplumlardaki) akidevi farklılaşmaların neden ve sonuçlarını anlamaya çalışır.

Bunu derken, münevverin modern davranış bilimleriyle, sosyolojiyle vs. bağlantılı olacaklarını söylemiyorum. Bir münevverin bunlardan da yararlanabileceğini, ancak niyeti, çabası ve istikameti itibariyle bunların da üstünde durması gerektiğini söylüyorum. Nitekim sosyolojide iyi yetişmiş bir Müslüman, aynı zamanda münevver olamayacağı gibi, iyi bir ilahiyatçı da münevver olamayabilir. Dolayısıyla münevver, bilgi / bilim anlamında neye ilgi duyarsa duysun, aklını, sezgilerini, yorum kabiliyetini zihniyet ve kültür meselelerine tahsis etmiş olmalıdır.

Bu bağlamda, sufilikle ilgili dile getirdiğim ve inşallah bir süre daha getirmeye de devam edeceğim hususlarda, kendimi Müslüman münevverlerin bir mukallidi olarak konumlandırmaya çalıştığımı hassaten belirtmek ihtiyacındayım.

“Sufilikle mesafeli olmak” dediğimde, dediğim ve diyeceğim şeyler bununla mukayyet olduğundan, Din'in din olarak kendisi, Din içinde zamanla ortaya çıkan fer'i düşüncelerden, akımlardan öncelikli olmak, hatta onlara rağmen
salt önce
olmak durumundadır ki, sufilik de toplumsal karşılığı, etkisi, yaygınlık düzeyi ne/ nasıl olursa olsun, neticede fer'i bir oluşumdur.

Din sahibinin ve tebliğcisinin benden istediği, zahiri ve batini konularda bildirilene iman etmem, varlık şartıma bağlı olan emir ve tekliflere uymamdır.

İman etmem,
İlahi manaya
teslim olmam demek olacağına ve mana da bir bütün olduğuna göre, bölünme kabul etmez. Emir ve teklifler ise cüzlere ayrılabilir yani bölünebilir. Diğer bir söyleyişle iman (akide) sınırlı, amel ise (hakikat ve hal yönünden) çok çeşitlidir.

Ki, benim a'yan-ı sabitem, fıtratım, mizacım nedeniyle emir ve teklifle çatışmamı mümkün gören Din, benim olumlu ve olumsuz tüm hallerimle kendisinin içinde durmamı esas saydığından, söz konusu çatışmalarımda bana daima bir
telafi
imkanı sunar ki, dolayısıyla ben her halimle Din içinde tutulurum.

Öte yandan, Din, Hz. Peygamber'in (sav) sadece verdiklerini almamı değil, vermediklerini de arkamda, merakımın ve ilgimin dışında bırakmamı benden istediği gibi, Din konusunda nefret ettirmeyip sevdirmemi, korkutmayıp müjdelememi de benden ister ki, bu bakış açısından Din, iman esasları, ibadet çeşitleri ve hayatı tanzim etme tarzıyla son derece sadedir.

İmanın esaslarından biri olan gaybe inanmamın elbette nefsimi tahrik ederek merakımı azdıran bir sır'rı (hikmeti) içkin olduğunu da bilirim ancak, inanan olarak, sır'dan söz edilen yerde sırrın olmadığını, sadece benim
istihkakımın
onu anlamaya yeterli gelmediğini ya da o sırrın açılmasına neden olan dünyevi ve manevi vasıtalara henüz sahip olmadığımı ve belkide hiç sahip olamayacağımı veya merakımı sabırla yenerek (ki, sabrın da, merakın cefasına karşı Allah'tan yardım istemek değil, doğrudan doğruya Allah'ın kendisine sığınmak olduğunu bilerek), sırrın açılmasını kendi hak ettiği zaman ve mekana ertelerim.

Bu mana ve sınırlar içinde şeriat (Allah, Peygamber, Kur'an ve sünnet) dışında kimseye bir muhtaçlığım olmayacaktır. Ayrıca, Hz. Peygamberi'in (sav) varisleri olarak, İslam'ı
asrın idrâkine
söyletecek alimler ve (müdriki olduğum asırdaki anlayışla mütenasip olarak bana yakın olan, yanımda duran, beni yönelendiren anlamında) veliler olduğuna ve hep olacağına göre Din'im benim problemim değil, sürekli kendisine sığınacağım en emniyetli limanım olarak bana yeterli gelecektir.

Bu durumda, zaten benim için özel olan dinde, daha daha özel arayışlara neden olabilecek, sufilik vb. fer'i şeylerle, a)Onlara ihtiyacım olmadığı, b)Din'i anlamayı ve hayatı zorlaştırabildikleri, c)Toplumsal ve siyasal güçlüklerin, çöküşlerin nedeni olabilecekleri… için onlarla arama mesafe koymam, benim için bir gereklilik haline gelebilir.

Fakat, İslami vasat'ta durmam emredildiğinden, onların münkiri olamam, ümmeti doğrudan ilgilendiren bir zorunluluğa dönüşmedikçe aleyhlerinde de bulunamam. Onlarla aramda, İslami vasat'a göre belirleyebildiğim hem fiili hem de düşünsel bir mesafeyi oluşturarak, (din ve dünya planında) kendi işime bakarım.

Elbette, “Sufilikle mesafesiz olma”nın hakkını da gözeterek…

twitter.com/OmerLekesiz
#tefekkür
#tasavvuf
#sufilik
٪d سنوات قبل
Sufilikle mesafeli olmak
Dövizde çözülme hızlandı: Bir haftada 15 milyar USD
“Evine dönemezsin...”
Antisemitizm, 7 Ekim ve Biden’ın Vietnam’ı
Yangından mal kaçırma: Terör örgütü ABD’den tanınma istiyor!
Unutma sakın!