|
Abdurrahman Dilipak"ın evi

Abdurrahman Dilipak''ın evinin kaybedilen bir tazminat davası sonucu icra yoluyla satıldığını duyduğumda üzüntü duydum. Elbette kendisiyle tanışıklığımız, biraraya gelmişliğimiz yoktu ama sonuçta ben kendimi bildim bileli Abdurrahman Dilipak, Abdurrahman Dilipak''tı.

Devasa bir ego makamı olan ya da öyle olması gerektiği düşünülen yazarlıkla, söylerlikle iştigal edegelmiş ama buna koşut olarak ihtirassız sadeliğiyle kendinin altını çizmeye asla gönül indirmemiş gibidir Dilipak, en azından uzaktan bana hep öyle gelmiştir.

Ev denince insanın aklına mülkiyet kavramı geliyor; ki, mertebeleri boldur. Arsalar, lüks konutlar, ticaretler, ticarethaneler, paralar arzusuyla yanıp tutuşmak mesabesinde olanlardan düşmeye başlar skalanın eğrisi, ta çalışma ortamındaki yaşam alanını bile kendinin kılmayana, kalemliğinde ikamet eden makas ve kaleme; onun yanında duran kupaya, hemen sağdaki bant tankına bile aşkla bağlanmayana, üzerinde ismi yazılı ayaklı bir etiket olarak gezmeyene dek iner…

Dilipak''ınki, belli ki skalanın tepesindense alt rakımına daha yakın. İcra yoluyla kaybettiği evinin/haksızlık olarak gördüğü bu uygulamanın peşine, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi''ne gitmeye varacak bir kararlılıkla düştüğüne göre, belli ki birikimini kolay kazanmamış. Kaybınızın değeri, ona saydığınız ''cash''le değil, uğrunda harcadıklarınızla, verdiğiniz emekle, zamanla ölçülür nitekim.

İşte burası mesele. Çünkü hep kamuoyunun gözü önünde olmuş, fikirlerini ifade ederek yaşamış, üstelik bunu bir yıl ya da beş yılda "parla-cukkayı götür-sön" şeklindeki saman alevi yöntemiyle değil, bir ömür yapmış bir yazarın, bir evle bir evin tutarıyla sınanabilmesi garip geliyor. O tazminat parasını, o birikimi, kalburüstü ve züppe bir yurtdışı gezisinde "iki günde ezebilecek" gazeteci yazarlarla, Kadıköy Acıbadem''deki bir eve yatırdığı ömürlük birikimini geri alabilmek için AİHM''ye gidebilecek kadar "ihtiyaç" halinde olan Dilipak''ın şartlar eşitmiş gibi muamele görmesi, adaletsiz duruyor.

İslam''ın beş şartı Türkiye''ye hiç inmemiş gibi davranan, Erzurum''da, Trabzon''da oruç tutmadığı için tartaklanan, cezalandırılan vatandaş avına çıkan main stream medyanın Dilipak''a verilen 167 bin liralık cezaya ilgi göstermemesi değil benim kastettiğim.

Böylesi bir beklenti içine girmek safdilliktir nitekim de, birkaç iyi adam dışında bu yakadan da Dilipak''a destek olacak, iki satır omuz verecek aman aman bir ses yükselmiyor.

Muhabirlerin aldığı karın tokluğu ücretiyle-yazarların hesabına yatan bol sıfırlı astronomik rakamların asla su yüzüne çıkarılmadan, fısıltı halinde ama derinden dert edinmiş ağızlarca inceden inceye tartışıldığı bir dönem hatırlıyorum ben. "Yıldızlaştırılan" muhabirleri dışarda tutarsak, sözkonusu durumun değişmediği gibi ağırlaşarak sürdüğünü bile söyleyebiliriz…

Ağırlaşarak sürüyor evet. Baksanıza, Abdurrahman Dilipak gibi "simge"leşmiş, -beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz- bir yaşam tarzına dair somut bir gösterge haline gelmiş bir ismi bile eviyle sınanırken, hepi topu bir ev edecek birikimini geri almaya çalışırken görebiliyorsak… Aynı anda bazı medya gruplarındaki –bırakın yazarları- muhabirlerin bile Dilipak''ınkiyle kıyas kabul etmez ölçüde yüksek kazanç ve imkanlarını, hiçbir gelecek endişesi duymadan su gibi akıtabildiğine şahitsek… Bu, her iki yaka tarafında, medyanın, medyadaki iş tanımının, emek-değer düalizminin, fikir ederinin, hak ve kazanç algısının farklılığına delalettir.

"Kanaat güzel bir haslettir" düsturuna muhalefet eden bir yazı değil bu. Bu kadarına bile sahip olmayanlar da vardır elbette medyada ama, Abdurrahman Dilipak''ın, ''bir ev''den fazlası edeceğini de teslim etmemiz gerekiyor, sanırım. Ha bir de bu verilerden yola çıkarak "muhfazakar medya neden reyting-tiraj almaz" sorusuna bir daha sarfı nazar etmemiz..

15 yıl önce
Abdurrahman Dilipak"ın evi
Turizm uğruna
Mermer atıklarının muhteşem geri dönüşümü
Tasarruf sandığı
ABD-Çin rekabetinde popülizm, korumacılık ve ulusal güvenlik
‘Şişman Kadın’ kim?