|
Ahmet Kaya ve etik

Bir metinde rastladım; mealen şöyleydi; "Boğaziçi"ne giden ve hayata 1-0 önde başlayacak olan öğrencinin masrafını neden eğitimsiz bir işçi genç kızın vergileriyle karşılasın ki devlet? Herkes kendi parasını kendisi ödesin." Farklı bağlamda, farklı bir şeyler –kendince haklı- anlatmaya soyunmuş bir yazıydı.

Ama o yazıdaki kalpsizlik, gelip benim devrelerime değdi. Baktığınızda ne kadar "adil", ne derece "hakkaniyetli" gibi duran bir önerme, değil mi? Ama işte bu önerme tam da, bireyselliğin, ötekini umursamamazlığın, çıkarları öncelemenin savunusunun adı anlamına geliyor. Batı"da Huzurevleri neden bu kadar yaygın, Doğu dünyasında henüz bir karşılığı bulunmayan "homeless" yani evsiz insanlar neden on milyonlarla ifade edilir hale geliyor ve bu rakam giderek artıyor gibi soruların da karşılığını veriyor aslında.

Hayır, buradan çıkıp, kapitalizm oradan da liberalizm eleştirisi yapacak değilim. Zira, bırakın kapitalizmin doğuda henüz kökleşmemiş ahlakını; Türkiye"nin –aslında sadece Türkiye"nin değil- ulus devlet olmasıyla başlamış ve bugüne dek toplumun peşini bırakmamış büyük sorunları da aynı bakış açısının "birbirine karşı sorumlu hissetmeme" ahlakının kimliksel izdüşümüyle malul. Bu süreçte bireyler ve gruplar arasında bir türlü tesis edilemeyen sorumluluk duygusu, "ötekini" bir nefret ve hınç nesnesine dönüştüren bir sorumsuzluğun adı anlamına geldi.

Ve Ahmet Kaya"ya yapılanların, Kürtler"e şaka gibi, dalga geçer gibi "kart-kurt" denilen bir tarihe sahip oluşumuzun, gayri Müslimlerin herkesin pekala bildiği ayrımcılıklara uğradıkları gerçeğinin ve hatta karşılıklı olarak giderek sertleşen, insanın artık hakkında tek bir söz etmeye bile mecal bulamadığı başka sorunların...

Hepsinin altında bir Habil-Kabil maneviyatı yatıyor.

Nasıl mı? Şöyle: İnsanoğlunun ahlaksızlığı ve fesatçılığı; birbirine bekçi değil, hasetçi olmayı seçmesiyle başladı. Elbette o iki kardeş birbirlerinin velileriydiler; ahlaklı olmak için özel bir sebep aramadıkları müddetçe öyle olur, öyle de kalırlardı. Bu durumu kabul etseler de etmeseler de birbirlerinin bekçisiydiler; çünkü bir kardeşin iyiliği, diğerine neyi yaptığı ya da neyi yapmaktan geri durduğuna bağlıydı. Bu bağımlılığı tanıyıp, onun getirdiği sorumluluğu kabul etmek yerine, bu bağımlılığı sorguladığı ve "neden kardeşine özen göstermesi gerektiği" yolunda bir sebep aramaya başladığında sorumluluğu terk etmiş olurdu ve ahlaklı bir insan olmaktan da çıkardı. Kıssa"yı bilirsiniz, öyle de oldu.

Yani ki, Levinas"ın yorumuna göre, insanın kardeşine –ya da ötekine- bağımlılığı o insanı etik bir varlık haline getiren tek şeydir. Bağımlılık ve etik birlikte ayakta durur ve birlikte düşerler. Kur"an-ı Kerim müntesipleri başta olmak üzere, kitap ehli olanlar binlerce yıldır ezber eder bunu, hiç de yeni bir bilgi sayılmaz yani. Yeni olan bağımlılıkla alay edilmesi, hor görülmesi, ondan giderek utanç duyulmasıdır. Hatta bunun dinlerin yüzyüze geldiği sorunların en yenisi ve en radikali olduğu bile söylenebilir. Bunun adı ahlak sorunudur.

Ama modern dünyada, geride bıraktığımız yüzyılda bireysel bencillikle atbaşı giderek yüzlerce toplumsal sorunun varlığına sebep olan ulus bencilliğinin akledemediği şuydu; etik ve akılcı-araçsal akıl arasındaki bağlar gevşetildiği ve bütün sorumluluk etiğin sırtına yıkıldığında da ortaya çıkacak olan şey, yeni sorunlar olacaktı. Çok olanın içinde bulunan ve kendini ifade etmesi engellenmiş olan azın isyanı gibı; yoksulların-yaşlıların, dezavantajlı grupların dünyanın gözüne batan bir çapak, huzur kaçırmaya başlayan bir unsur haline gelişi gibi...

Kardeşlerden biri diğerini öldürdükten sonra pişman oldu, ama artık çok geçti. O kardeşe araçsal akıldan uzaklaştıkça yalnızlaşan ve uzun bir süre ayakta durması zorlanan "etik"le, yani bağımlılık duygusuyla, yani bağımlılık duygusunu tanıyıp sorumluluğunu yerine getirmekle mükellef olduğunu hatırlatan başka insanlar oldu. Etik yalnızken güçsüzdü, akılla evlendirildi.

Şimdi, "biz memleketim türküsünü ortalık yatışsın diye söyledik", "Ben Ahmet Kaya"ya çatal fırlatanlar arasında değildim", "Hem sen onu bırak da Fikri Sağlar röportajını kimlere okuttun, onu söyle" ithamları havada uçuşuyor. "Vay şerefsiz" manşetleri atanlar huzur ülkelerine kaçıyor; ama etiksiz huzur bulunmaz tabi, bunu bilmek gerekiyor...

Bir şey daha oluyor; etiğin akılsız ayakta kalmakta zorlanacağı ama eninde sonunda galip geleceği gerçeği de; dolayısıyla etiksizliğin aynı zamanda akılsızlık olduğu da tescillenmiş oluyor. Bunlarsız bir huzurun peşine düşmekle huzur bulunur mu sorusunun cevabı ise çetin gözüküyor...

10 yıl önce
Ahmet Kaya ve etik
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle