|
Anne ya da Leyla, kabul ya da red

İsmail Güneş'in The İmam'ından sonra, Yücel Çakmaklı'nın izinden yürüyen yönetmenlerden Mesut Uçakan'ın yeni filmi de geldi.

Bereketinin ivmesini dönemin siyasi ve fikri çalkantılarından alan, ancak son on yıldır yüzeyinde hiçbir hareket görülmeyen Beyaz/Milli Sinema'nın bu iki temsilcisinden Güneş'in geçtiğimiz Ramazan'da vizyona giren İmam'ı, 'yetersiz' bulunmuş ve gişe yapamamıştı.

Uçakan'ın yarın gösterime girecek "Anne ya da Leyla"sı da, galadan çıkanların yüz ifadesinden bir ölçek hesabıyla ulaşılan sonuca göre, benzer eleştirileri göğüslemek zorunda kalacaksa da, "bu taraf"ta kıpırdamaya başlayan sinema duygusundan ve bu kıpırtıdan mülhem has bir dil üretmenin mümkünlüğünden sözetmek gerek.

Kıpırdanma çünkü, bu yeni sinema, eskinin aksine apolitikleşen, ideoloji sınırları giderek körelen bir zamanda, dinamiğini kapitalin ve onun öngördüğü hayat olan modernizmin, İslam nizamıyla çatışmasından alan tek bir "sıcak" konu kaldığını görüyor.

Köşelerini törpülemeye çalışan sinema, diyeceğini, batılı moderne yaslanarak doğunun anlatıcılığıyla demeyi deniyor. Hatıra anlatmıyor yani, iyi de yapıyor.

Evet, sinemaya katkılarını gören gözün inkar edemeyeceği Mesut Uçakan'ın on yıl aradan sonra sunduğu "Anne ya da Leyla"sı, beklentileri karşılamaktan uzak.

Sinematografisi, senaryo problemleri, izleyicide bıraktığı "travestilerden, hayat kadınlarına, şöhret merakından, aldatmaya" dek ağrısı hissedilen bütün sosyal yaraları kare kare göstereceğim diye kasmış hissi vererek, sanattan uzaklaştığı "ortaya karışık"a dönüştüğü yolunda eleştirilse, ayıp edilmiş olmaz filme.

Leyla'sını arayan "köyden indim şehire" karakter Sait, lakabınca söylersek Mecnun, mecnunluğu saflığa tevdi etmiş, tartaklandığında hakkını arayamayan, neredeyse rüya aleminde yaşayan bir hayalci. Tamam, kirlenmiş ve yozlaşmış bir dünyada saflığın elmas kıymetini biliriz de, bu kadar safının, dalaverenin İstanbul'unda kaç saat çiğnenmeden ayakta kalabileceği doğrusu, meçhul.

Sait'le aynı kadını, annesini arayan 10 yaşındaki Kerem'in, çocuk pornocusunun elinden kurtulma hikayesi ise hikaye değil mübarek, mucize.

Kaybın aranması üzerine kurulu senaryonun altını çizsin diye konmuş zannı bırakan, yerde sürünerek "asla bulunamayacak olanı" arayan meczubun filme eklenme sebebi de, bir başka meçhul.

Yönetmen inanç geleneğinde uluorta konuşulmayacak 'mahrem'lerden biri olan aşkı anlatırken, Leyla-Mecnun üzerinden manevi aşkınlığa yönelerek mefhumu meşrulaştırmış, aynı zamanda günlük çoksatan aşklara karşı da bir göndermeyle maneviyata vurgu yapmış.

Yapmış da... Neden bunun sağlamasını, "Kadın kirlendi mi bütün insanlık, yeryüzü kirlenmiştir" kalıbından çıkarmış acaba? Niye kadını kişiliğinden soyutlayarak inanç "kod"larından birine dönüştürmeden, yani lafı dolandırmadan, çağın kadını da, erkeği de, aşkı da, paraya tahvil edilebilir kıldığını yüze karşı söylememiş?

Sorular çoğaltılabilir ama bütün bunlar, 'İslami Kesim' sinemasındaki yenilik, dil gayretinin sinyallerini görmeyi engellemiyor. Şimdiye dek görsel sanatlardaki başarısızlık göz önüne alındığında üstelik.

Özellikle uzak durulan, eleman yetiştirilemeyen, bir gelenek, perspektif ve tarih oluşturulamayan modern iştigal dallarından biri çünkü sinema. Tıpkı, okuma-yazma-çizme işlelerinden müteşekkil basın gibi, görsel söz üreten televizyonculuk gibi. Dini duyarlılıkları olan insanların öteden bu yana "Boş işler" olarak nitelediği ve derinleşmeyi bırakın, ritüelleri ve kökleri itibariyle dini va'za aykırı durmayan ilimler/sanatlar varken, yanından bile geçmeye tenezzül göstermediği "günaha yakın duran" işlerden olduğu için belki de. Sebebinin ucu, suret/resim yasağına kadar götürülebilecek bir tavrın sonucu olarak...

Bu yüzden önemli Anne ya da Leyla, her ne kadar filmde ne anne, ne leyla görülmüş olsa da...

Önemli Not: "Meraklısına" iki kitap çıktı: Gülşah N. Maraşlı'nın Osman Fahir Seden'le Türk Sinemasında Düet'i (Elips Kitap) ve Hürriyet Pazar'dan tanıdığınız Ersin Kalkan'ın, "Bir Jitem Dosyası: Musa Anter Cinayeti" (Güncel Yay.). Meraklısına ama, bütün iyi kitaplar gibi okurun merakını hem gideren, hem çoğaltan kitaplar ikisi de. İlgiliye tavsiye babından...
18 yıl önce
Anne ya da Leyla, kabul ya da red
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle