|
Atatürk ölmedi, yüreğimde yaşıyor

İlkokuldayken bize, her 10 Kasım'da gözyaşı içinde kalınarak söylenmesi icap eden şu mısralar okutulurdu: “Saat dokuzu beş geçe, Atam Dolmabahçe'de, gözlerini kapamış, bütün dünya ağlamış…" Müzik öğretmenimiz -bizlere ısrarla öğretmeye çalıştığı, ısrarla öğrenemediğimiz- mandoliniyle bir şeyler çalar mıydı, emin değilim; ama törenden sonra öğretmenlerimizin nemli gözleri önünden, üzgün şekilde sınıflara geçtiğimizi hatırlıyorum.

Sonra büyüdük, 10 Kasım'da hayatın o kadar da durmadığını öğrendik. “Bir dakikalık saygı duruşunda bulunmak yerine, bu dünyayla işi kalmamış birine neden fatiha okumuyoruz ki?" sorusunu soranların da bulunduğunu fark ettik.

Evet kimisi kızgındı, alimler ipe çekildi diye, dilimiz unutturuldu diye, tarihimize ket vuruldu diye ve daha kendine göre haklı pek çok sebeple kimisinin içinden bir fatiha okumak bile gelmedi. Çok sevenler karşısında bazıları, Atatürk'ü sevmemeyi seçti.

Ama mesele sevmek ya da sevmemenin çok daha ötesindeydi. Mesele; hayatta olmayan biri için yurt sathında sirenler çalıp bir dakikalık saygı duruşunda bulunmanın mı, yoksa fatiha okumanın mı daha anlamlı olduğu dilemmasıydı. O dilemma hiç bitmedi; çünkü hep Atatürk ve Atatürkçülük çerçevesinde inşa edilen kimliğin sorgulanması anlamına geldi.

Evet, Cumhuriyet felsefesi ilk yıllarında değilse bile, çok kısa süre içinde Atatürkçülük çerçevesinde inşa edilmeye başlandı. Bu kurucu kimlik, giderek toplumun bir kesiminin, kendisi gibi olmayanları ötekileştirmesini meşrulaştıran bir egemenlik aracına dönüştü.

Her şeyin Tanrı'ya havale edilerek bireyi kaderci bir rahatlığa sürüklediği gerekçesiyle dini ve dindarı eleştiren bu kimlik; onyıllar boyunca önce Atatürk'ü kutsallaştırıp sonra da her şeyi Atatürk'e mal ederek tembellik yapma eyleminin şemsiyesi haline geldi. Bu kimlik bilimin açtığı yolda ilerleme mottosuyla her türlü kutsala karşı inşa edildi; ama çok geçmeden seküler bir kutsal yarattı: Kemalizm. Yeni Cumhuriyet İslam dininin egemenliğinden kaçarken, Kemalizmin kutsal egemenliğiyle kendine yol açtı.

Önce, kültürel bir ırk kimliği olarak Türklük inşa edildi. Ülkedeki tüm kurallar, imgeler, metinler buna göre oluşturuldu. Yıllar boyunca devletin ideolojik aygıtları olan milli eğitim, basın yayın organları, sanatçılar, aydınlar eliyle bu kimliğin kültürel olarak üretimi ve yeniden üretimi yapıldı. Böylelikle geçmişe, geleceğe, bilime, Batı'ya, dine ve dindara, yabancı olana ve olmayana dair kalıp tanımlamalar ve verili bilgiler kurumsallaştı. Yapay bir tarih bilinci oluşturuldu. Ortak bellekte Cumhuriyet öncesi tamamen karanlığa gömüldü. Çokuluslu, çokdinli, çok mezhepli imparatorluk mirası olan bir tarih bilincinden; tek ırklı, tek dinli, tek mezhepli bir tarih bilincine böyle geçildi.

Buraya kadar normal, yani Cumhuriyet'in yıktığı kutsalların yerine ikame ettiklerini kutsallaştırmasından daha doğal bir davranış biçimi olamazdı. Somutlaştırırsak; örneğin Cumhuriyetin resmi ideolojisi Araplar için “bizi arkamızdan vurdular, pis Araplar" jargonu geliştirmese, Arapça öğrenmeye kalkışanı dışlamasaydı; Türklük üzerinden yürüttüğü milliyetçilik algısı yara alır ve Anadolu'ya sıkıştırılmış imparatorluk bakiyesi insanların, o eski görkemli günleri hatırlamasına neden olmuş olurdu, vb.

Sonuçta, Atatürkçülük çerçevesinde inşa edilen kimlik eskiye dair her şeyi değersizleştirip onların yerini seküler olanlarla doldurdu. Yerine daha yenisi gelmeden hiçbir efsane yok olmayacağı gibi, kutsalsız bir ideoloji zaten mümkün değildir.

Sorun şu ki; Atatürkçülük çerçevesinde inşa edilen kimliğin koruyucu kalkanı her türlü beceriksizliğin, tembelliğin, ataletin temize çekme manivelasına dönüştürüldü.

Sözgelimi, yıllar yıllar boyunca; bilim yapmasa da Atatürkçü olan akademisyen her zaman el üstünde tutuldu; kötü oyuncular, yazarlar, sanatçılar Atatürkçüler diye piyasada kalabildi; siyaset yapmasa bile sırf Atatürk'ün Partisi olduğu ve Kemalist değerleri taşıdığı için CHP'nin başarısızlıkları sözkonusu bile edilmedi.

Sözcü gazetesinin dünkü nüshasında 10 Kasım'ı ilkokul 2 düzeyi karmaşıklığında ele alan şiiri de bunu kanıtlıyor. Hem “Çökmüşüz dizüstü, senden yardım istiyoruz Atatürk'üm" diyerek kutsalın yerine seküler kutsalın geçtiğini kanıtlıyor; hem de her şeyi Tanrı'ya havale eder gibi her şeyi Atatürk'e havale etme tembelliğinin sebebini de imliyor.

İtiraz Atatürk'ün şahsına değildir, Atatürk'ün böyle ele alınışınadır belki… Umarım bunu düşünürler…

twitter.com/ozlem_albayrak
#Atatürk
#Dolmabahçe
#Kemalizm
8 yıl önce
Atatürk ölmedi, yüreğimde yaşıyor
Neden Şimdi?
Tevhid risalesi yazan Milli Eğitim Bakanı
Bir Başka Mesele: Kadın ve erkeğin ince ayarları bozuldu
Omelas’ı bırakıp gitmeyenler..
Tek bir zamana/ tarihsizliğe hapsedilmeye başkaldıran adam: Kadir Mısıroğlu