|
Bana kitle beden endeksini söyle, sana itibarını söyleyeyim

Karından, kalçadan, baldırdan alınan yağları, dudak kıvrımlarına ya da elmacık kemiği üstüne enjekte edilmiş, gözaltı kırışıklıkları bir abrakadabrayla yok edilmiş, liposuction ya da gerdirme operasyonu mamulü birbirinin replikası gibi duran kadınları gördükçe "Yakında memlekette organik kadın kalmayacak" diye düşünürdüm.

Aşırı zayıf bir dünyanın mutlak güzellik tanımı sayesinde, bedeninden hoşnutsuz yaşayan ve anoreksiya, bulimia hastalıklarıyla ömür tüketenleri izledikçe, "Tamam şişmanlık bedeni kısıtlayan birşey ama sofradan aç kalksaydınız, bu çileye lüzum kalmazdı" latifelerine sardırırdım.

Ama işin şakasının kalmadığını; Muzaffer Kuşhan''ın işkencehanesindeki 19 yaşındaki güzel gözlü Dila''nın çok hızlı kilo vermenin tetiklediği ani kalp krizi, hemen ardından çikolata kraliçesi Leyla Akçağlılar''ın müebbet diyetininin sebep olduğu akciğer yetmezliği nedeniyle gelen şaka gibi ölümleri kanıtladı.

Evet, her iki olayın üstünden çok geçti, ama duyduğum anda beni sarmalayan biçare şefkate eşlik eden hüzün duygusu, henüz geçmedi.

Bırakın çünkü şişmanları, balıketlileri bile beğenilme, kabul görmeme, ciddiye alınmama sopalarıyla marjinalize eden hakim dünyevi algı, zayıf olmak çekici olmakla eşdeğer tutulduğu için sıfır beden olmayana "aşkı" bile çok görürdü; dolayısıyla Leyla Akçağlılar''ın bir röportajında Paris''teyken dönemin mankeni Twiggy''den etkilendiğini ve onun kadar ince olmak amacıyla yememek için kendini tuttuğunu söylemesi, zihnimde "burjuva şımarıklığı"na değil, bir tür kurban nahifliğine tekabül etti.

İnsanın kaburga kemiklerinin sayılıyor olmasının güney ve kuzey yarımkürelerde farklı anlamlara tekabül etmesi, bünyede ''bu işte bir haksızlık var'' duygusu yaratıyor, bu doğru.

Hatta besin yetersizliğinden ölmekle, fazla beslenmenin moda değerlerle bileşiminin yolaçtığı psikolojik hastalıklar sayesinde ölmenin bir tür paradoksa işaret ettiği; varsıl ve modernin, yoksul ve iptidai şartlardakiyle aynı kaderi paylaşmasının, yeryüzünün haddini aşmış insanoğluna kötü bir şakası olduğu söylenebilir…

Gördüğümüz manzaranın; batılı, modern söylemin sonunda seve seve kutsal öğretilerin "beden-nefis terbiyesi" sözüne geldiği tezinin kanıtı olduğu bile ileri sürülebilir.

Gelgelelim bu, sözkosunu zayıflama çılgınlığının "terbiye" değil, "zulüm" olduğu gerçeğini değiştirmeyeceği gibi, sıfır beden olmak isteyen, bu yolda acı çeken, bedeninden daimi bir hoşnutsuzluk duyan, hatta ölen(!) milyonların da sevecenliği hak eden birer kurban olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Çünkü insanları dış görünüşlerine göre değerlendiren, kıymetlendiren hakim estetik algı, herkesi vuruyor. Her insan için yaşlanmak mukadderse, e zaten herkes bir süre sonra çaptan düşüyor.

Politik bir mahiyeti de var bunun. Şişmanlığı her şeyden önce imaj ve estetik, ondan sonra sağlık sorunu olarak kodlayan tüketim kültürünün "ticari metaları" arasına insanın da girdiğini ve onu sözünden sesinden ettiğini kanıtlayan. Emerson''un vecizesini adapte ederek söylersek; "İnsanın görüntüsü o kadar yüksek sesle konuşuyor ki; artık insanın ne dediği duyulmuyor."

Gerçekten de insanlara kaç bedene kadar düşeceklerini, bunu yaparken ağırlıklarından nasıl kurtulacaklarını, dal gibi olduktan sonra bedenlerini nasıl süsleyeceklerini, neyi giyip neyi giymeyeceklerini, nasıl yürüyüp nasıl konuşacaklarını, evlerini nasıl döşeyeceklerini ve hatta ne tür biriyle evlenmeleri gerektiğini öğreten, çok sofistike bir sistem bu. Süfli bir magazin izleyiciliği.

Kilolu olmanın neredeyse "büyük günahlar" kategorisine alınacağı bir dünya tasavvurunda kadınları ya da "fit görünme" zorunluluğu kapsamına son 20 yılda girmeye başlamış erkekleri, ince görünmek istedikleri için suçlayamam; hem en sıskasından skalanın öteki ucundaki obezlere kadar hepsinde az ya da çok varolan bir nihai hedef, ağırlıklarından kurtulma arzusu sözkonusuysa, zaten bunun bir anlamı da olmaz, kanaatindeyim.

Oysa, görünmek ile varolmak arasındaki ilişki bir süre sonra çelişkiye dönüşebiliyor. Zayıflamak için alışkanlıklarımız arasından çıkarmaya çalıştığımız "fast food" kültüründen maddi olarak kurtulmak istedikçe, daha çok yakalanıyoruz. Tüm tatmin manivelaları maddeye yönlendirildiği için doyurulmamış, eksik bırakılmış kalp ve ruh örseleniyor; bu ikisi giderek manevi ağırlıklarını kaybetmiş birer "fast food" ürününe dönüşüyor. Madden kurtulduklarımız, dönüp insanı maneviyatından vuruyor.

O yüzden "fikirsel ve zihinsel olanı boşverin" diyoruz; "Allah cümleyi, bedensel olarak hızlı çalışan metabolizmayla "yırtan"lardan eylesin."

Amin diyelim mi, bilmem ki…

16 yıl önce
Bana kitle beden endeksini söyle, sana itibarını söyleyeyim
Koç"un cesedi 1 milyon dolar
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü