|
Dershaneler meselesi

Önceki gün Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı"nın dershaneler konusunda yaptığı açıklama, hem konu hakkında hükümetin izleğini ortaya koydu, hem de bu konuyu daha uzun süre konuşacağımızın sinyallerini verdi. Zira, Bakan Avcı"nın söylediği; özetle, dershanelerin özel okullara dönüştürüleceği ve bu süreçte hükümetin özel teşebbüse gerekli desteği ve altyapıyı sağlayacağıydı. Bu duruma ciddi itirazların olduğu ise, gündemi az çok takip eden herkesin malumu. Buna döneceğim, ancak öncelikle şunu söylemek isterim:

AK Parti hükümeti döneminde Türkiye"nin sağlık sistemi; hiç abartmadan söyleyebilirim ki, tüm dünyaya örnek teşkil edecek biçimde ve harika şekilde yenilendi. Bu sistemin başarısının sırrı, vatandaşı öncelemeyi, yoksulla zenginin eşit sağlık hizmeti alabilmesine olanak sağlamayı hedefleyişiydi. Reform çerçevesinde muayenehaneler kapatıldı, doktorların canı sıkıldı; ama yeni sistemle hem muayenehaneye gidemeyen yoksul hastaya kötü davranış ve kötü hizmetin önü kesildi, hem özel hastanelerle anlaşma yapılarak sigortalı hastaların tüm hastanelerden eşit şekilde yararlanması sağlandı, hem de muayenelere internetle randevu sistemi getirilerek "hastane kuyrukları" dediğimiz, insanı hayattan soğutan o görüntünün ortadan kalkması sağlandı. Doktorlar durumdan hala memnun değil, ama doktorluk hala en kazançlı mesleklerin başında geliyor.

Türkiye"nin eğitim sistemine de devrim anlamına gelecek bir reform gerekiyor. Şu anki manzarada dershaneler üniversiteye giriş sınavında görece fırsat eşitliği sağlıyormuş gibi gözüküyor. Ancak yarış o derece çekişmeli ve geniş katılımlı ki, bu asla mümkün olmuyor: Üst gelir grubundaki aileler çocuklarını zaten ya koleje gönderip, özel ders aldırıyor ya da yurtdışında okutuyor; kazancı yeterli olan ya da çok fazla çocuğu olmayan orta gelir grubundaki aileler ise, çocuklarını dişinden tırnağından arttırarak lise 1"den itibaren dershaneye göndermeye başlıyor. Bu, üç yıl devam ediyor. Aynı öğrenci, zaten daha önce SBS için ortaokulda da dershaneye gitmiş oluyor. Yıllar boyunca haftanın 7 günü okula giden öğrencinin psikolojisini hayal gücünüze havale edebilirim; ancak bir de 4 ve üstü çocuklu aileler var ki, en avantajsız kesimlerden birini bu grup oluşturuyor. Bu ailelerin bütün çocuklarını yıllar boyunca dershaneye gönderme imkanı olmadığı açık. Toplumun büyük bir kısmını oluşturan bu aileler, ya çocuklarından en zeki olduğunu düşündüklerine yatırım yapıyor ya da çocuklarının hepsine birer kere dershane şansı verebiliyor, bazen o da olmuyor. Alt gelir grubunda bulunan ve bırakın dershaneyi, geçim sıkıntısı yaşayan ailelerin çocukları ise, eğer dershanesiz üniversite kazanabilecek kadar "süper zeka" değilse, heba olup gidiyor.

Eğitim sisteminin sorunları yukarıda çizdiğim minik kompozisyondan ibaret değil elbette. Neredeyse yüzyıldır ortaokul seviyesinden itibaren öğrencilere her yıl İngilizce dersi verip öğretememe gibi bir "başarısı" var sözgelimi devlet okullarımızın. Ama eğitim sisteminde bir devrim yapılacaksa bunun özünün, yoksulla varsılı eşitleme ve bilgiye ulaşımı parasızlaştırma ya da sembolik bir ücret karşılığında kolaylaştırma olması gerektiğine inanıyorum. Bunun da, insan odaklı bir sosyal devlet olmakla, yani çıkar grupları ya da sermayeyi öncelemekle değil yoksulla zengin öğrenciyi –bu elbette yüzde yüz oranında mümkün olmayacaktır- eşitlemeye çalışmakla mümkün olabileceğini zannediyorum.

Dershaneler üst gelir grubuna karşı, orta gelir grubuna mensup aile ve öğrencilere fırsat eşitliği sağlıyormuş gibi gözüküyor, ama yukarıda saydığım sebeplerden ötürü gerçek bir eşitlenme asla mümkün olmuyor. Tam da bu yüzden, bu meseleye "dershaneler kapatılsın mı, kapatılmasın mı?" gibi, tartışmayı alevlendirdiği gibi, hiç kimseye de bir faydası olmadığına, tarafları tatmin edecek bir sonucun alınamayacağına inandığım kısır bir perspektiften bakmak yerine; "gelecek" odaklı bir program çizmek gerekiyor.

Elbette, bu tartışmada cemaat mensuplarının "dershane" hassasiyetini çok anlaşılır buluyorum. Zira bu toplumsal grubun onyıllar boyunca çabaladığı, kendini varettiği ve üzerinde yükseldiği şey "eğitim". Dolayısıyla cemaatin dershaneler konusuna varoluşsal bir kaygıyla yaklaşması kimseyi öfkeye sevketmemeli. İkincisi, Sezarın hakkı Sezara demeli; "dindar bir nesil", İmam Hatiplerde bile yüzde yüz mümkün olmayabilirken, cemaat okulları bunu büyük ölçüde başarıyor.

Ama bu böyle diye, ciddi bir reforma ihtiyaç duyan Milli Eğitim"in projelerinin önüne dikilmek gerekmiyor, neler yapılabileceği konusunda deneyim paylaşmak, öneri ve proje üretip sunmak ve elbirliğiyle bu ülkenin çocuklarını birer yarış atı olmaktan çıkarmak lüzum ediyor. Sağlık reformu kadar kolay olmayacaktır elbette bu, zira Milli Eğitim dediğimiz; genişliği, ilkokuldan üniversiteye dek süreçlerin karşılıklı bağımlılığı, karmaşıklığıyla devletin en geniş ve katmanlı yapılarından biri. İkincisi, eğitim sistemi toptan revize edilmedikçe ve üniversite sınavı bu şekilde devam ettikçe, dershanelere olan talep de asla bitmeyecek gibi gözüküyor. O yüzden, mesele "dershaneler" tartışmasından daha geniş ve o yüzden çocukların geleceğimiz olduğuna inanıyorsak, artık onları eşitlemek adına bir şeyler yapmak gerekiyor...

10 yıl önce
Dershaneler meselesi
Yıldız Tilbe tek, siz hepiniz!
Sizin çocuklar bombaladı!
“Asena, iktidara meydan okuyor!”
HDP’nin yüzde 13.16 oranında oy alması küresel bir tezgah mı? (1)
Korku zamanı