|
Ergenekon muhipleri cemiyeti ve Medyatik Kuşatma

Mehmet Ali Birand''ı nasıl bilirsiniz?”, genelde “iyi bilirim”le makes bulacak bir sorudur. Meslektaşları kadar izleyici konumundaki sıradan vatandaştan da büyük oranda kabul ve sevgi görmüş olmasının sebebi kendisinin de güler yüzüyle oluşumuna katkıda bulunduğu sempati istihkakı mıdır, yoksa mesleki heyecanını hiç kaybetmemesi, bu kaybetmeyişin seyircide uyandırdığı “işini iyi yapıyor” duygusu mudur bilemeyeceğim.

Bildiğim o ki Birand, her cenahta az ya da çok sevilir.

Programındaki konuk stratejisi misal; genel itibariyle “orantılı güç” objektivitesinden çok uzak değildir. Katılmadığı ve inanmadığı görüşlere bile mutedil yaklaşabilme kapasitesi yüksektir ve takdir edersiniz ki bu her habercide rastlanan bir özellik olmadığı için kıymetlidir.

Ama açıkçası, bendeniz nazarında; bir zamanların karanlık ilişkiler ve eylemlerine kurban gittiği, medyadan düpedüz dışlandığı ''Andıç'' dönemlerindeki suskun dirayetiyle özellikle muteberdir. Bilmem bu belki de, haksızlığa uğrayanı seven, haksızlığa uğradığı halde çirkefliğe tenezzül etmeyene hele sağlam muhabbet duyan bünyedendir…

Misal bana, yıllar sonra malum mesele konusunda “Kimseyi suçlamadım, ancak kimseleri de affetmedim ve affetmetmeyeceğim” deyişi özellikle soylu gelmiştir. Hakkındaki, mesleki itibarına yönelik her türlü iddia, herkesin ittifak noktası olan haberciliği sayesinde ziyandır, o derecedir.

O dereceydi yani...

Ta ki önceki akşam 32. Gün''deki, Ergenekon Davası''nda yargılananların eşlerine, kardeşlerine, çocuklarına “vah canııım neler yapmışlar size böyle o ejderhalar” pınarından akan bir merhametle muamele eden o parodiyi görene kadar.

“Az sonra ağlayacağım” ifadesiyle konuşan Bayan Perinçek''in, üzgünlüğünü/gözyaşını bir tür mahremiyet sayanların yüzünü herkesten kaçırması misali, az sonra bir hıçkırığın eşlik edeceğine kesinkes kani olacağınız yüz ifadesiyle ara ara yüzünü kameradan çevirmesinin teatralliğini izleyip, Kardeş Çapan''ın “onlar sadece birer vatanseverdi” letafetindeki sanatsal sözlerini duyduğumda, bendeniz bile Ergenekon sanıklarına rikkat göstereyazdım. Hani neredeyse kalbim titreyecek, imana gelecek, az kalsın onların salıverilmesi için dualara filan durmaya niyetlenecektim. Bu kadar romantizm, bu bünyeye fazlaydı.

Baktım dayanamayacağım, kanal değiştirdim.

Biz yanlış mı biliyorduk yoksa, Ergenekon Türkiye''yi yaşanmaz bir yer haline getirmeye çalışanlardan müteşekkil, bombaları, silahları dahi ele geçirilmiş bir terör örgütü değil miydi? Pardon ama, seçimle gelenin meşruiyeti gibi, demokrasi gibi kavramlara, militarizmle kolkola girmiş, sırtsırta vermiş bir ''Türklük'' algısıyla çelme takılması nümayişinin izanla açıklanabilir yanı neydi?

“Yuh artık”tı ve “pes yani”ydi, “el insaf”tı ve bu kadarı da olmazdı. Olmazdı çünkü ömrü hayatımızın protokol kanallarından sanık sandalyesine oturan nice suçlu gelip geçmişti de, böyle esirgemeye nail olanını bu fani gözler görmemişti.

Doğrusu Ergenekon''un ne olup ne olmadığını anlatmaya girişmeyi her şey bunca ortalığa saçılmışken zul sayarım ama, benzer karanlık militarist güçler nedeniyle vakt-i zamanında işinden ve daha önemlisi itibarından olan Mehmet Ali Birand''ın, programını militarist ve darbeci bir kalkışma örgütünün “ağlama duvarı” haline çevirmesini de yadırgamadan edemem.

İnşallah bir daha tekerrür etmesin, Birand''ın haberciliğine halel gelmesin diyelim. Ama bu; medyadaki Herbert Schiller''den ödünçle “imajların ve haberlerin yaratılması, işlenmesi, rafine edilmesi ve bunlara riyaset edilmesi; dolayısıyla inaçlarımızı ve tutumlarımızı, sonuç itibariyle davranışlarımızı belirleme işinin” ilk örneği olmadığı gibi, sonuncusu da değil.

Hayır, Paulo Feire de haksız değil: “İnsan zihninin manipülasyonu bir çeşit fetih aracıdır” ve birilerini dini ve geleneksel bir kavram olan “fetih” arzuları bulunduğu savıyla suçlayarak legal alanın dışına itmek isteyenler, bizzat zihinleri fetih bile değil, işgal ve hatta iğdiş etmekte pek mahir…

Bugünlerde bu konularda iyi bir yolgösterici mahiyeti taşıyan bir kitap çıktı (Etkin Kitaplar - 0212 513 51 90). Ergenekoncuların masumiyeti yolundaki rıza üretimiyle doğrudan bağlantılı bir şey değil ama Taceddin Ural sevdiğim üslubuyla, “Keçisi çalınan müftü” haberlerinin nasıl olup da “Müftü keçi çaldı”ya evrilebildiğini, medyanın kendilerine özgü spesifikasyonlarla donatılmış “hazır gıda ürünleri”ni “yedirme” derdini ve yine medya tarafından “taammüden, sıklıkla ve acımasızca” yapılan sosyal denetimi anlatmaya çalışıyor Medyatik Kuşatma''da...

Bugünlerde okuyorum, inanır mısınız iyi geliyor.

16 yıl önce
Ergenekon muhipleri cemiyeti ve Medyatik Kuşatma
Yaşasın Türk adaleti... ama bazı hakimler hariç...
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü