|
Irak’ın faturası kuru bir özürle ödenebilir mi?

Gerici, yoz, gayri medeni ve geri kalmış diye çeşitli biçimlerde adlandırılan başka halklar gibi, Doğulular da biyolojik determinizm ve ahlaki siyasi-uyarılardan kurulmuş bir pencereden görülür… Aslında Doğulular pek görülmezler, onlara bakan pek olmaz; yurttaş, hatta insan olarak görülmezler; tahlil edilemezler; çözülecek, kuşatılacak ya da üstesinden gelinecek –sömürgeci güçler açıkça topraklarına göz dikmiştir- sorunlar olarak görülürler. Doğulu tabi olan bir ırkın üyesi olduğundan, ona boyun eğdirmek gerekir: Bu kadar basittir. Edward Said (1979), Oryantalizm, 207.



İngiltere eski Başbakanı Tony Blair, 2003'te ABD öncülüğündeki Irak işgalinde yapılan hatalardan dolayı özür dilemiş. Blair, IŞİD'in yükselişinde Irak Savaşı'nın da payı olduğunu itiraf etmiş.



İtiraf edince her şey eski haline dönermiş gibi; katledilmiş milyonlarca insan, ölmemiş gibi yapılabilirmiş gibi; taş devrine dönmüş Ortadoğu'da taş taş üstünde kalmış gibi davranılabilirmiş gibi… Bu tür haberleri okuduğumda aklıma, Edward Said'in yukarıya da birkaç cümlesini aldığım Oryantalizm kitabı gelir. Batı'nın Doğu'ya bakışındaki çarpıklığı ve adaletsizliği daha iyi anlatan bir kitap herhalde yazılmamıştır. Batı'nın, Batılı karar vericilerin, Ortadoğu'da sebebiyet verdikleri ve zincirleme olarak günümüze dek gelen sonuçları olan hataların sorumluluğundan özür dileyip, itiraf ederek kurtulacaklarını düşünmeleri bile Doğu'ya bakışlarındaki sakatlığın tescilidir aslında… Doğu'yu üstesinden gelmeleri gereken bir sorunlar yumağı, baş eğdirilmesi gereken bir asiler sürüsü olarak gördüklerinin resmidir aslında...



Irak Savaşı'nı tek bir cümleyle özetlememiz gerekseydi, “Ortadoğu'nun ve dolaylı olarak da dünyanın istikrarını bitiren zincir olayların ilk halkasıdır” diyebiliriz, sanırım.. Çünkü, terörizme karşı küresel savaş ilan eden, ABD'ye karşı terörizmle ilişkilendirilebilecek –ya da böyle bir ilişki şüphesi uyandıracak- herkesi, her örgütü, her ülkeyi, yıkma vaadiyle Ortadoğu'ya, zücaciye dükkanına giren fil misali çizmeleriyle paldır küldür giren ABD ve ortağı Britanya; bugünkü Paris, Brüksel, İstanbul, Medine ve kim bilir gelecekteki hangi başkentlerde düzenlenecek terör patlamalarının da dolaylı olarak fitilini ateşlemiş oldu aslında. Teröre karşı başlatılan amansız savaştan, dünyanın gelmiş geçmiş en korkunç ve en acımasız ve amansız terör örgütü olan IŞİD çıktı.



Evet, Irak Savaşı'nda Bush yönetimindeki ABD ve Blair yönetimindeki Britanya, bir zamanlar Şii seferberliğine karşı emniyet süpabı olarak kullandıkları Saddam Hüseyin'i yakalayıp bir Kurban Bayramı sabahı astılar. Ama Bush'un ve Blair'in bilmediği şey dünyanın görünenden daha karmaşık olduğuydu. ABD ve müttefiklerinin uluslararası destekten, yerel kurumsal temelden yoksun uzun işgali, bölgedeki kargaşayı bitirmek bir yana, giderek artan bir ivmeyle büyüyen bir kaosa sebebiyet verdi…



İşgalin, özürle, itirafla filan onarılamayacak üç önemli sonucu oldu. Birincisi; Irak işgali, bugün İngiltere'nin AB'den ayrılmasının da temelini atmış olan, Avrupa ve ABD-Britanya ikilisinin güvenlik konusundaki ayrışmasını getirdi. Çünkü ABD, Irak Savaşı'nda BM'yi denklemden çıkardı, bu da BM'nin yer aldığı uluslararası yönetim sisteminin sorgulanmasına yol açtı, ABD'nin gölgesinde kalmış olan BM'yi önemsizleştirdi. Yani, askeri gücün hesapsız kitapsız kullanımı, dünyanın her yerinde ABD ve ekürisi Britanya'nın “kadife gücü”nü etkisizleştirdi. Aşırı güç kullanımı, (Irak Savaşı'nda, Rusya tehdidi gibi bir ideolojik bir haklı çıkarma kaynağı bile yoktu, Rusya çoktan alt edilmişti) dünyanın geri kalan ülkelerinin de kendilerine özerk bir savunma ve güvenlik politikası oluşturmasına neden oldu. Önce Fransa ve Almanya, AB fikrini ciddiye alarak yaptı bunu, daha sonra Latin Amerika ABD'nin yörüngesinden çıkma yolunda adımlar attı. Kuzey Kore bile, sıranın kendisine gelmesini beklemeden nükleer silahlara sahip olduğunu deklare edip –Irak Savaşı'nın bahanesi nükleer silahlardı- Çin ve Güney Kore'yi güvenliğinin garantörleri olarak kendisini kurtarmaya çağırdı. Japonya'da bile o dönem nükleer silah yapma konusu, kamuoyunda ciddi şekilde tartışıldı.



İşgalin ikinci sonucu, sadece ABD ve Britanya'da değil, dünyanın hemen her ülkesinde sivil özgürlüklerin bastırıldığı, yurttaşla devlet arasındaki güven ilişkisinin zedelendiği, paranoyanın hakim olduğu yeni bir döneme girilmesi oldu. Özgürlükler bastırıldıkça, şüpheler ve kontrol edilme arttıkça, terör de arttı. Yeni ve El Kaide'den bile daha acımasız, sofistike, küresel bir terör örgütü ortaya çıktı; IŞİD.



Blair-Bush deliliğinin üçüncü sonucu ise, dünyada ve özellikle dünyanın Güney Yarıküre'de, spesifik olarak İslam dünyasında, ABD-Britanya ikilisine yönelik, Atlantik nefretinin katlanarak artması oldu.



Bence bütün bunlar, bir bayram günü, itiraf ederek ve özür dileyerek sorumluluğundan kurtulunamayacak denli büyük sonuçlardı…


#Edward Said
#Irak Savaşı
#IŞİD
#Oryantalizm
8 yıl önce
Irak’ın faturası kuru bir özürle ödenebilir mi?
Kamu tasarrufu
BİT’lere kadrolu işçi alımında acilen tedbir alınması gerekiyor
Tarih bizi çağırıyor ama biz birbirimizle boğuşuyoruz!
İYİ Parti kongresinin kazananı kim
Şule öğretmen ve yeni maarif modeli