|
Karaoğlan hatırası 2

Önceki günkü, şifa dileğiyle biten Ecevit yazısında, O'nu bunca yıl sahnede tutan sebepler arasında, Rahşan Hanım'ın ortak hafızanın şekillenmesinde yadsınamaz bir rolü olduğu su götürmez, gösterişsizlik tahayyülünden bahsetmiştik. Onların kahvaltı masasında iki çeşit katık bulunduğuna, zeytinin hesaplısının, market peynirinin, anlayan birinin tadımıyla satın alınmış olduğuna inanmakta hiç de zorluk çekmeyeceğinizi, ama bu tadımın da muhakkak Rahşan Hanım tarafından yapıldığına emin olabileceğimize değinmiştik.

O, her daim farklı, psikoloji bilimini zorlayacak kadar farklı bir lider eşiydi. Rahşan Hanım'ın devlet meseleri de dahil olmak üzere herhangi bir konuda ne düşündüğü, nasıl bir tavır takındığı, benzer konumdaki kadınların çoğunun aksine hep, bilindi. Özbilgin'in cenazesinin hemen ardından, eşi komadayken yaptığı "Hükümet istifa etmeli" atağında olduğu gibi...

Seçim yapan, karar alan, partneri elden ayaktan düştükçe, eşinin yokluğunu kimseye belli etmeme gayretiyle onun bütün erkek görevlerini bir bir devralan kadın cengaverliğine mi bağlamalı bu durumu? Yoksa, kahvaltılık seçiminde olduğu kadar, memleket meselelerinde de, eşinin önüne geçmiş dominant kadın karakter oluşu muydu, bayan Ecevit'e bu açıklamayı yaptıran?

Belki de cumhuriyet ideolojisinin ilk yıllarından bugüne çağdaşlık göstergeleri arasındaki popülerliğini hala koruyan, "eşinin gerisinde değil, yanında, yeri gelince de bir adım önünde duran kadın" modelini fazla ciddiye alan, almaması gerektiği kadar ciddiye alan bir kadın olmasıyla ilgilidir bu manzaranın esbabı bilinmez.

Eşlikten ikizliğe terfi etmiş bir kadın Rahşan Ecevit. Bu ikizlik görevini de, her türlü şart ve ahvale karşın büyük aşkla yerine getirmesi gerektiğine inancını, eşi hastane yatağında komada yatarken yaptığı açıklama, açıklamaya yetiyor sanırım.

Kadınların yeri gelince kullanılmak üzere kenarda tuttukları "arada bir delirme" istihkakından eser yok O'nda. Ne konuma, ne kariyere bakan duygusallık, başedemeyince ağlama, kimi zaman şirazeden atlama halleri yanından bile geçmemiş sanki... Eşinin yanında duran ama sözü, eşi dahil herkesi aşan bir kadındı o.

O'ndan öncesini hatırlamayacak kadar uzun süre birlikte yaşadığı partnerinin görevlerini devralma görevinden hiçbir şart ve ahval içinde vazgeçmemesi, kadınlıktan çoktan istifa etmiş bu kadının, istifa etmediği, etmeyeceği şeyler olduğunu bir kez daha apaçık önümüze koyuyordu işte.

İki kişilik, ıskalanmış, ıskalandığı için herşeye geç kalmış, geç kalmanın acelesiyle giderek hırçınlaşmış bir ömrün sözcüsü belki de Rahşan Hanım. Neredeyse tek başına çıkarttığı "af" kararına, kapkaç teröründen canı yananların okuduğu rahmetler bugün bile sürüyor. Ama o hiç geri adım atmadı.

Bir söyleşide, misyonerlerden muzdarip "din elden gidiyor" şeklindeki çıkışına ise, "bugünleri de mi görecektik" gülümsemeleri eşliğinde bakılmış, gün geçtikçe muammaya bulanan bu dilin güldürü tarafı da yıllar sonra keşfedilmişti. Ama o yine sözünden dönmemişti.

Rahşan Hanım'ın, yanındaki herkesi ikinciliğe düşüren bu özgüvenini kendisine, hayatında hiçbirşeye olmadığı kadar sadakatle bağlı olan bir eşe sahip olmasına dayandırmak, bir korelasyon hatası mı olur, bilemem. Bildiğim şu ki, iyide de, kötüde de bir olan ve derin ruhbilimsel çözümlemeyi hakeden müebbet bir ilişki onlarınki. Ancak ruh ikizlerinin anlayabileceği iki kişilik bir alfabeden mürekkep.

Türkiye'nin bahtsızlığı ise, bilmediği bir dilin şifrelerini çözmeye çalışan "üçüncü" olarak girdiği bu ilişkide, hep hırçınlıklara, haksızlıklara maruz kalan taraf oluşuydu.

O üçüncü kişi olmasaydı işte, dünyanın en imrenilesi ilişkisi olurdu belki de Rahşan-Bülent Ecevit çiftinin ilişkisi... O üçüncü olmasaydı...
18 yıl önce
Karaoğlan hatırası 2
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle