|
Türkiye"nin 11 Eylül"ü

Cemaatin 17 Aralık"la başlayan eylemlerini "kamikaze" saldırısı olarak yorumlamış; hatta bu durumu içimden ikiz kulelere dalışa benzetmiştim. Önümüzde olup bitenler simgesel olarak hükümetin 11 Eylül"üydü, ama bu darbe hükümete verdiği zarardan fazlasını cemaate verirdi. Bu, cemaatin kendini yok etmesinin başlangıç düdüğüydü.

Peki neden böyle oldu? Biz dindar nesil yetiştiriyorlar diye sevinirken; çoğu İslamcının yapamadığını yapıyor, 5 vakit namaz kılıyorlar diye memnun olurken; hemen her şehirdeki örgütlü yapısıyla yurtdışına gidenlerin tutunacak ilk dalı olurken, çocuğunun İngilizce eğitim almasını isteyen İslamcıların gönül rahatlığıyla onaylayabileceği okullarıyla yüz ağartırken; ne oldu da aralarından bazıları Türkiye"yi El Kaide ile ilişkilendirmeye çalışıp, dershanelerde Başbakan aleyhine karalamalar başlatıp, hiçbir ahlak, insanlık değeriyle açıklanamayacak iftira ve şantajdan medet umar hale geldiler.

Cemaat tabanındaki samimi Müslümanları kesinlikle ayrı tutuyorum, ama farkında değiller mi ki; neredeyse Başbakan"a atfettikleri "canlı bomba" olmanın canlı tezahürü halindeler. Hayatını verdiği mesleğini, cemaatin emir ve direktifleri doğrultusunda yakacak kadar gözünü karartmış savcılardan, emniyetçilerden tutun, 10 yılda bu ülkeye Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir aşama kaydettirdiğini yüreğinde bir parça adalet duygu taşıyan herkesin teslim ettiği hükümete ağzına geleni saymaktan çekinmeyen gazetecilere kadar... Üstelik öyle bir bağlılık bilinci ki bu; ağabeylerden gelen talimatları çalıştığı ve ekmek yediği devlet işine önceleyecek kadar, bu talimatları kurumun çıkarları aleyhine kullanmakta beis görmeyecek kadar... Türkiye"yi içten çökertmenin, dıştan karalamanın, cemaatçilerin çok övündüğü vatan sevgisiyle açıklanabilir bir tarafı var mı?

Bence yok. Ama durum anlaşılmaz da değil.

Zira, sözünü ettiğimiz şey, sosyolojik olarak, Tanrı ile insanlık arasında aracılık eden belli bir otorite tarafından yorumlanan kurallarla çerçevelenmiş bir kolektif kimlik inşasının sonuçları. Seçici olmalarının, dinin ve geçmişin olduğu kadar geleceğin de tamamını belirlediklerini/belirleyeceklerini düşünmelerinin, sınırları etrafına savunma inşa etme ve başkalarını belli bir mesafede tutma gayretlerinin sebebi de bu. Kendilerinin bağlı oldukları otoriteye bağlılığı paylaşmayan kişilerle tartışmaları, anlaşmaları imkansız.

Ümmet ise, çoğu Müslüman"a göre Allah"a kulluklarında eşit olanların cemaatidir ve bu bağlılık ulus devletlerin üstündedir, oysa dini cemaatlerdeki bağlılık kriteri, Allah"a kullukta eşitlik değildir, cemaat mensubiyetidir. Gülen cemaatinin meselesi de, bu nedenle evrensel Müslüman kardeşliği değildir, grup çıkarlarıdır. Bu kimlik kültürel/siyasi/dini çerçevede çifte bir yapısöküm temelinde kurulur. Toplumsal aktörler, bir ülkenin yurttaşı, bir siyasi görüşün destekçisi ya da bir dinin mensubiyeti temelindeki kimliklerini yıkarlar, öncelik sıralaması cemaatin öncüsünün talimatlarıdır; öznellik sözkonusu değildir. Ve tüm bunlar bir "kutsallık" çerçevesiyle halelenir. Cemaate gönülden bağlı olan ve bir Müslüman lidere karşı sürdürülen bu savaşta cemaatin haklı olduğuna inanan insanlara sorun; cemaatin hiçbir kural, sınır, ahlak tanımadan sürdürdüğü Müslümanlara ve ülkeye zarar verdiği açık olan bu savaşı, neredeyse "kutsal" addedeceklerdir.

Üstteki paragrafta anlattığım durum, fundamentalizmin tanımı; ama cemaatin bazı üyelerinin yaptıklarını da tanımlamıyor mu? 11 Eylül"ü örnek vermem, önümüzde duranın kamikaze dalışı olduğunu hatırlatmam boşuna değil; çünkü fundamentalizm de son derece modern bir hareket biçimidir ve "fedakarlık" esaslıdır. Tıpkı bugün karşımızda duran cemaatçi eylemlerde olduğu gibi... Çünkü bugün gördüğümüz, eski cemaat değil, siyaseti dizayn edecek gücü kendinde vehmeden ve kendi düzeni uğrunda savaşan, bunun için varlığını ortaya koyan, eline silah almasa da, başka türden, yargı gibi, güvenlik güçleri gibi daha etkili silahları kullanan bir yapıdır ve modern dünyada bunun sosyolojideki adı fundamentalizmdir. İkiz kulelere dalmak, nasıl küresel bir meydan okumaysa, Türkiye"de olan da küresel etkileri de olmakla birlikte, asıl olarak ulusal çapta bir meydan okumadır. Fundamentalistler nasıl otorite tanımazlarsa; cemaatin ileri gelenleri de, Kur"an-ı ve İslam"ı aracı kişinin yorumları çerçevesinde algıladıkları için Türkiye"nin Müslüman liderinin otoritesini tanımama yolunu seçerken, İsrail otoriterisini tanırlar. Grup çıkarını tesis etmek için, gücüne güvenerek, kibre kapılarak, hamlelerde bulunmak sözkonusu örnekte olduğu gibi, İsrail"i tanıyıp, Türkiye"nin Müslüman liderini tanımamak gibi tuhaf bir durum yaratabilir. Ama işte dini cemaatlerin yumuşak karnı da budur. Grup liderinin her söylediğini neredeyse Allah kelamıyla eşdeğer tutmak.

Kimse kusura bakmasın, önümüzdeki şey tam olarak bu.

Umuyorum, akıl sahibi samimi Müslümanlar bunu görüyor ya da görecek, çünkü aksi durum Türkiye"nin felaketi olacak.

10 yıl önce
Türkiye"nin 11 Eylül"ü
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle