|
Yeniden ‘yaşam tarzı’

Yılbaşı gecesi Reina'ya yapılan saldırı, bundan önceki terör eylemlerinden farklı bir sonuç doğurdu. Sözkonusu eylem yılbaşını bir gece kulübünde eğlenerek kutlayanlara, yani seküler yaşam tarzına sahip olanlara yönelik olarak gerçekleştirilmiş ve DAEŞ tarafından üstlenilmişti. Ama ilginç şekilde, 39 kişinin ölümüne yol açan eylemin ardından ayıplanmaya ve suçlanmaya başlayan, DAEŞ ya da genel olarak terör olmadı, hatta tuhaftır konu DAEŞ'e, terörü kınamaya hiç gelmedi.



Aksine terör eyleminin hemen ardından başlayan şey yaşam tarzı tartışmaları oldu, bir süredir ortadan kaldırılmış bulunan “laikliğin ehemmiyeti” başlıklı tedip cümleleri raftan indirildi ve “gericiler”e yönelik salvolar olarak yeniden kullanılmaya başlandı. Bugünkü “gericilik” tanımının içine tam olarak hangi kıstasları dahil ettiklerini bilemem, ama vaktiyle başörtüsü takan, sakal bırakan, namaz kılıp hacca gidenlerin tamamının “gerici” sayıldığını hatırladıkça, pek de ümitvar olamıyorum doğrusu. Yine de umarım, toplu taşıma araçlarında “gericiye cihatçıya çeteciye geçit vermeyeceğiz” derken kastettikleri gerici profili namaz kılanlar, sakal bırakmış olanlar, başını örtenlerden müteşekkil değildir.



Bu işin latifesi olmaz elbette; ama toplu taşıma araçlarına, kahvehanelere dağılarak yaşam tarzı savunuculuğu yapmaya başlayan “gençler”in, laikçi-gerici dikotomisini terör örgütlerine bile uyarlayacak kadar kendilerinden geçmiş olması son derece tuhaf. Öyle ki, gericilerle mücadele etmekten, DAEŞ gibi gerici terör örgütlerinden kurtulmaktan söz ederken, lafı hiç PKK'ya, DHKP-C'ye getirmediler. Kahvehanede, toplu taşıma araçlarında çekilmiş o videolara baktığınızda gördüğünüz şey terör karşıtlığı değildi aslında; “gerici” dedikleri gruba girenleri suçluyor, hükümet düşmanlığı yapıyor ve laikliği savunuyorlardı. E, hani Reina terörünü DAEŞ yapmıştı, iki hafta önce PKK onlarca insanı öldürmüştü? Onlara iki çift laf yok muydu? Yokmuş. Onu bırakın, isim vermeden terörü kınasalar yeterdi, onu bile yapmadılar…



O konuşmalara ve elbette medyada döndürülen tartışmalara baksanız, 28 Şubat'ın üzerinden geçen bunca zaman hiç geçmemiş gibi hissedebilirsiniz. Toplumun monolitik iki bloğa ayrılmış durumda ve birbirinin boğazına sarılmak üzere olduğunu düşünebilirsiniz. Bu ülkede çok kısa sürede kaos ve çatışma çıkacağına rahatlıkla inanabilirsiniz.



Oysa bu doğru değil…



Evet, yüzyılı aşan bir zamandan bu yana toplumda seküler ve dinsel yaşam tarzları arasında bir karşıtlık var. Sözgelimi bu ülkede hiçbir zaman içki içmeyecek ya da hiçbir zaman başını örtmeyecek insanların bulunduğu ve bu insanların mensup olduğu iki kesimin birbirine bayılmadığı ortada. Aleviler ve Sünniler arasında da adı konmamış bir mesafe –kabul edelim ki- bulunmakta… Buna, evet fay hattı denebilir… Ama bu demek değil ki, bu iki blok monolitiktir. Bu demek değil ki, bu iki kesim birbirine girmek için fırsat kollamakta; bu gruplardan herhangi birine giren insanlar, birbirine diş bilemekte, kaos çıksın diye el ovuşturmaktadır…



Hayır o kadar uzun boylu değil. Bu toplumsal yarığın 28 Şubat'ta da geniş kitleleri etkileyecek derecede geniş olduğunu düşünmüyordum; ama hele şimdi hiç yok.



Çünkü başörtüsü sorununun kamusal alanda çözülmesi sonucu her ikisi de kamusal alanda karşılamalar yaşayan bu iki bloğun iç içe girme ve karşı gruba rengini verip, karşı gruptan renk alma oranı sanılanın çok üstünde… Eskiden karşılaşmalar sınırlıydı, dolayısıyla tolerans katsayısı çok düşüktü ama başörtüsü sorununun çözülmesi, biraz da bu sayede dinsel yaşantının eski zamanların aksine devlet nazarında legal hale gelmesi, seküler-dindar karşılaşmalarının sadece kadınlara yönelik olarak kalmaması, erkeklere de sirayet etmesi anlamına geldi… Karşılaşmalar çoğaldıkça tolerans yükseldi…



Üstelik günümüzde kamusal alan özel alanı kolonize etmiştir ve artık dindarın da laiklik savunucusunun da sistem karşısındaki tek etiketi “birey” olmaktır. Bu ise, ister laisist olsun, ister dindar; tüm bireylerin dünya görüşüne bakılmaksızın piyasadaki değerinin tüketime katkısıyla doğru orantılı olarak belirlendiği anlamına gelir. Biz farkında olalım ya da olmayalım, beğenelim ya da beğenmeyelim bu durum da; hem dindarlığın, hem de ulusal değerleri savunan laisistliğin toplumsal geri çekilişi demektir.



Farklı dünya görüşüne sahip blokların ortak bir Türkiye'si olacaksa bunun yolu, seküler dünya görüşünü savunanın da, dindarın da sadece tek bir yönüyle görülmeye başlanmasının, bu grupların kendilerini tek bir perspektiften sunmalarının önüne geçmektir. Ki zaten Türkiye'de böyle bir durum ne 28 Şubat'ta vuku bulmuştur, ne de şimdi vardır…



Kaos için bekleme yapılmasa iyi olur…


#Yaşam tarzı
#Reina saldırısı
#DAEŞ
7 yıl önce
Yeniden ‘yaşam tarzı’
Rıdvan Budak"ın dediği!
Biz şehitlerimiz için ağlıyoruz, onlar kırmızı fularlı kız için
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı