|
Hafızamın mezarlığında

Şu sıralarda hafızam beni niçin mezarlığının derin çukurlarına çağırıyor, bilmiyorum. O çukurlarda acaba ne bulmayı umuyorum? Bulduğum şeyden tatmin olacak mıyım, belli değil. Mezardan çıkan cümlenin özü şu: “Gel, biz bu işe bulaşmayak kardaş, çünkü biz…”



O sırada ortalıkta bir yığın ad dolaşıyordu. Suikast, bir başına karanlık bir olaydır. Her suikast karanlık bir olaydır. Öyle olduğu için, bu işin uzmanları yetişmiş, ortalıktaki karanlığın üzerine bir parça ışık serpmeyi meslek edinmeye çalışmış insanlar çıkmıştır. Gene de her olay kendi içinde biriciktir. Ne denli ince tasnifler yapılırsa yapılsın, gerek suç yönünden, gerek suçlu yönünden, her defasında tasnifin sınırlarını parçalayan vakalarla karşılaşmak mukadderdir.



O cinayet girişimi de öyleydi. Ortalıkta bir lise öğrencisinin adı dolaşıyordu. Bir de, İstanbul'da yaşadığı bilinen namlı bir şairin... O sırada sanıyorum bir günlük gazetenin başındaydı ve oraya, Türkçe'nin en nadide başyazılarını döşemekle meşguldü. O, günlük yazılarında bile Türkçe'ye öyle perendeler attırıyordu ki, insana parmak ısırtıyordu. O günün monden tiplerinden birinden bahsederken örneğin şöyle diyordu: “Bu beyefendiler ölmez, onlar vefat buyururlar!” Ne incelikli bir istihza…



Güya, o tarihte yaşadığımız kentteki yaralama olayını bu şair organize etmişmiş… Oysa şair: “Beni bu gerekçe ile hapse atacaksanız, Shakespeare'i işlenen her cinayetten dolayı mutlaka bir kere daha muhakeme etmek zorunda kalırsınız…” diyordu.



Evimize gazete geliyordu. Tam o sıralarda memleketimizden yakın akrabalarımız da bizde misafirdi. Kadınlar bu suikast olayıyla ve şairle yakından ilgileniyordu. Şair üzerine kendilerine özgü mütalâa sahibiydiler. Olayı bir yandan havsalalarına sığdırmakta zorlanırken, bir yandan da şairden her şey beklenebilir, kabilinden tahminler yürütüyorlardı. Çünkü onlara göre şair delinin tekiydi. Ellerindeki en “karşı konulmaz” delil şuydu: eğer bu işin içinde parmağı olmayaydı niçin onu ta İstanbullardan bulup da sorguya çekeydiler ki!.. Öyle ya, niçin? Niçin seni beni sorguya çekmiyordulardı da, onun üstünde yoğunlaşıyorlardı, bir iş olmalıydı işin içinde…



Bir yığın insan tutuklanmıştı. Olay mahallini ziyarete gidiyorduk. Orası kentin en işlek yerlerinden biriydi. O tarihte yeni bir postane binası kondurulmuştu oraya. Hemen karşıda şehirlerarası otobüs garajı (o sırada terminal denmiyordu buralara) bulunuyordu. Olayın işlendiği kaldırımda bir dönerci, bir aşçı dükkânı vardı, biraz ilerde kentin Yeni Camisi... Caminin karşısında bir ilkokul… Bu kenar caddenin arkası zaten ana cadde idi ve hemen hükümet meydanı da oradaydı… Ayrıca oteller…



Kısaca, kentin en işlek merkezlerinden biri, belki birincisiydi bu mıntıka… Bizim eve yakın olduğundan okula gidip gelirken ayaküstü şöyle bir bakıp geçiyorduk oralara… Olaya bir bisiklet meselesi de karışmıştı. Bisiklet çalıntı mıydı, sabahın köründe o bisiklet ne arıyordu sokak ortasında?



Yıllar sonra, olayın faillerinden birinin ötekine şöyle dediği aktarılıyordu: “Gel biz bu işe bulaşmayak kardaş, biz Kürdük, onlar yapar, hadiseyi bizim üstümüze yıkarlar…”



Bu sözler, onu işittiğim anda kafama bir köstek mıhı gibi çakılmıştı.



Oralardan geçerken, gazetelerde bu suikast olayını okurken, bir yerlerde adamlar kaçırılırken, buna benzer olur olmaz her girişimin dudak ucunda bu cümlenin seğirdiğini görür gibi olurum: “Gel biz bu işe bulaşmayak kardaş, biz Kürdük…”



Bu mezar kaçkını cümle, bu yarım bırakılmış kelimeler mantık dolambacında, bilinçaltının karanlık dehlizlerinde ne iş görüyor? Hangi karanlığın üstünü kara peçesiyle örtmeye çabalıyor? Unutulmuş kabirlerin üstündeki mor topaklı deve dikenleri halinde, kuru, kurumuş cümlelerle...


#Hafıza
#mezar
8 yıl önce
Hafızamın mezarlığında
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle