|
Ne içindeyim...

Ahmet Hamdi Tanpınar''ın ''Ne İçindeyim Zamanın'' başlıklı şiiri Necip Fazıl''ın ''Zaman'' şiiriyle karşılaştırdığımda bana basit, sıradan bir şiir olarak görünür. Necip Fazıl''ın şiirinde yekinen ukdeyi, karmaşayı, sorgulayan, iç burkan halleri Ahmet Hamdi''nin şiirinde göremem. Zaten iki şairin kişilikleri de birbirinden farklıdır. Ahmet Hamdi kurulu düzenin, statükonun, sıradan olanın şiirini kotarmaya çalışır. Necip Fazıl ise çağını sorgulamaktan yorgun düşmüş kentli aydının bunalımını terennüm eder... Her iki şairin şiirinin ilk kıtasını örnek olarak alıntılayalım. Ahmet Hamdi''ninki şu:

Ne içindeyim zamanın,

Ne de büsbütün dışında;

Yekpare, geniş bir anın

Parçalanmaz akışında.

Şu parça da Necip Fazıl''ın ''Zaman'' şiirinin ilk kıtası:

Nedir zaman, nedir?

Bir su mu, bir kuş mu?

Nedir zaman, nedir?

İniş mi, yokuş mu?

İki şiirin ve iki şairin tavır farkı hemen belli oluyor. Birinin durumu veri olarak kabullenen haliyle, ötekinin itiraz eden, sorgulayan, dahası hırçın sesi berrak biçimde çıkıyor karşımıza.

*

Ben, bu yazımda Ahmet Hamdi''nin şiirinden hareketle konuşacağım.

Öyledir, kimi zaman, zamanın hangi diliminde yaşadığımızı kestiremeyiz. Çevremize olan bitene, bizi içine alıp götüren vukuatın seyrine baktığımızda, biz bunların içinde miyiz, yoksa dışında mıyız veya tüm bu olup bitenlerin bize temas eden bir yanı var mı, yok mu, kestirmekte acze düşeriz.

Ateş, her zaman düştüğü yeri yakıyor. Ailesinde bir trafik kazası geçirmemiş olanımız varsa, her gün trafik kazalarında canını yitiren onlarca kişi onların indinde üç beş saniyelik bir televizyon haberinden ibaret kalır. Üstün körü aktarılan bu haberlerin arkasından ''daha önemli'' sayılan haberlere geçildiği anda onlar hafızaların dehlizinde unutulmaya terk edilir.

Yalnızca trafik kazaları mı? Bu yıl, geçen yıllarda rastlanmadığı ölçüde sel ve heyelan afetleri yaşandı. Her afet onlarca can aldı. Sel felaketinde gözlemlenen gerçeklik şuydu: dere veya sel yatağına inşa edilmiş evler afetin kurbanı oldular. Sorumlu? Bu evleri o bölgeye yapan, çatan, izin veren, izin verilmemişse denetimde ihmalinde bulunan her mertebede kim varsa, onların tümü...

Ve boğulma olayları... Yüzme bilmeden denize gireni mi aramalı, yasaklanmış yerlerde suya girmeyi göze alabilen cahil cüretini mi sorgulamalı, keza yüzme bilmeden boğulanı kurtarmaya kalkışan iyi niyet kurbanı cehaleti mi, hangisini sorgulamalı?

Tabii, terör olaylarındaki vukuatı hesaba katmıyoruz. Terörist olarak yetiştirilen kişilerin cinayetleri hangi ruh haliyle işledikleri de bence ilginç bir sorgulama konusudur. Ben burada işin temelindeki siyasal gerekçeyi sorgulamıyorum; o, ayrı bir muhasebenin ve murakabenin konusu... Burada benim üzerinde durduğum husus adam öldürmek üzere ortaya ''atılmış'' olan kişinin nasıl olup da böylesi kanlı cinayetleri işlemeye teşne hale geldiği ya da getirildiği olgusu... Evet, nasıl oluyor da, bir insan hemcinsini, tanımadığı, bilmediği; tanısa, bilse, belki ömür boyu arkadaş, dost olarak yaşayabileceği birilerini gözünü kırpmadan ölüme atabiliyor? Her gün, üç beş kişi bu türden bir kumpasın kurbanı olarak haber konusu oluyor. Ve bu haberler TV ekranlarına nerdeyse ''Garp cephesinde yeni bir şey yok'' üslubuyla aktarılıyor.

Bizlerse, evlerimizde, Ahmet Hamdi''nin şiirindeki ne içindeyim zamanın, ne büsbütün dışında söylemindeki gevşekliğin parçalanmaz akışında sürüklenip gidiyoruz.

12 yıl önce
Ne içindeyim...
Kamu yönetiminde sorunların çözümüne yönelik ayak sesleri duyulmaya başladı
Yaralı coğrafyalarımızı konuşmaya daha yeni başlıyoruz
Sosyal Çürüme Yazıları 7: Dedelerden himmet umma cumhuriyeti
Paket iyi de ‘kampanya’ nerede?..
KDV artışının KDV indiriminden daha çok alkış aldığı ülke