|

İsrail halkının gündelik yaşamına dair ipuçları taşıyan bir kitap hatırlıyorum. Kitabın ismi de bir kısa hikayeden mülhem, ''İsrail''e gelsek bizi gezdirir misin?'' diye soran akrabalarına, yazar Ephraim Kishon''un verdiği sorulu cevap: ''Peki, öğleden sonra ne yapacağız?''

İsrail hemen her olayda mutlaka kendisini haklı göstermeye çalışan kalemler için bile savunulamaz durumda bu aralar. Krizden çıkış için diplomasiye değil, gerginliğe inanan bir anlayışla yönetiliyorlar. Belki de en sıkıntılı dönem için en zayıf hükümetle kalakaldılar. Dünyada yalnızlaştıklarını itiraf etmeye başladılar. Müslüman ülkelerle ilişkileri zaten yok yahut pamuk ipliğine bağlı. Buna rağmen bizimle ilişkileri konusunda hiç de titiz davranmıyorlar. Askıda beklettikleri ''özür''bir tarafa, İsrail''in başımızın belası terör örgütü PKK''ya hamilik yaptığına inananların sayısı her geçen gün artıyor. Zamanlama başta olmak üzere pek çok noktada bu kirli işbirliği kendini eleveriyor. Biz ne zaman ön alan proaktif bir hamle yapacak olsak bir şekilde aynı sorunla karşılaşıyoruz. Enteresandır, bu sorunu çözmek için her seferinde aynı adamdan silah alıyoruz.

Terör örgütünün tam beş defa bitme noktasına geldiğini öğrendiğimden beri zihnimde mezkur kitaptan bir hikaye dönüp duruyor: İsrail''in cehennem gibi sıcak olduğundan bahseden Kishon evine klima taktırmış. Klima çalışıyormuş ama uçak motoru gibi ses çıkarıyormuş. Sabahı zor etmiş Kishon, adamları aramış. Adamlar gelmişler, binbir özürle klimayı sökmüşler, ''garantili üründür isterseniz yenisini getirelim'' demişler. ''Paramı verin gidin'' demiş Kishon ve sökme-takma bedelini düşüp vermişler parasını. Sıcak devam ediyor ama en azından gürültüden kurtulduk diye sevinmiş Kishon.

İşin aslını çok sonraları bir mecliste sohbet ettiği bir yabancıdan öğrenmiş. Adam ''nihayet kurtuldum sıcaktan'' demiş. ''Biraz gürültülüydü, ama dert değil diye düşündüm. Ertesi gün klimayı takan adamlar kapıya geldi, klima bozuksa paranızı iade edelim dediler. Gerek yok dedim. Bunun üzerine ısrar ettiler, kovdum bunları ama gitmediler. En son bir tanesi bana, ilginç bir şey söyledi: Yahu beyefendi, o klima bozuk. Bizim elimizdeki tek klima da o. Biz geçimimizi sökme-takma işinden kazanıyoruz ve sen bizim ekmek teknemizi elimizden aldın, aç kaldık, insaf et!''

Şimdi en acil ihtiyaç haline geldiğine göre, ''insansız hava aracı ürettik, alır mısın?'' dediklerinde tereddüt etmiş olmalıyız diye düşünüyorum. Baksanıza terörle mücadele anlamında askeri bakımdan kendilerine muhtaç olduğumuzu düşündürttüler hepimize. Çözüm satmak için sorun çıkarmak böyle bir şey herhalde.

İsrail yöneticilerinin ''bölgede güçlü bir Türkiye'' istemedikleri kesin. ''Bölgede güçlü'' istemedikleri de anlaşılıyor. Hatta ''bölge'' falan da istemiyorlar bence.

Kishon, belki de bu ruh hastası tiplerin genişleme arzusunu sebeplendirmeye çalışarak. ''Öylesine küçük bir ülkeyiz ki biz hemen tüm haritalarda ismimiz toprağımıza sığmaz; İSR. yazarlar!'' der.

Genel olarak, ''komşu ülkelerle bol problem'' anlayışıyla yürüyen, işgal ettiği coğrafyaya zorla tarih bina etmeye çalışan bir ülke için uzun bir isimleri var hakikaten. Kalıcı barış için kılını kıpırdatmayan, kandan beslenen, işgali savunan bir yönetim elbette o topraklara sığmaz, genişlemek ister. Böyle düşünen İsrailliler kendilerini evlerinde hisesedecekleri geniş bir araziye taşınsalar diyorum, şöyle Atlantik ötesine.

Sabah erkenden kalkar Niagara şelalelerini gezerler.

Peki öğleden sonra ne yapacaklar?

Öğleden sonrası bir plana gerek yok, suyu çok sevdiklerinden iyice yaklaşacaklarını umduğum şelaleye güveniyorum.

14 yıl önce
İSR.
Elleri buradaysa, kendisi yakındadır!
Enflasyonun önceliği
Kamu yönetiminde pandemi ile öğrenip sonrasında unuttuğumuz kritik bilgiler
Uluslararası hukûkun üzerine düşen gölge
Emperyalizmin küresel hegemonyasının anahtarı: Türkiye’de laik devrim, İran'da “İslâmcı” devrim