|
Cıvıltılı komedya

Bilmediğini bilenden dua ister, bildiğini bilmeyene dua ederim. Bildiğini bilene kolaylıklar, bilmediğini bilmeyene acil şifalar dilerim.



Demişler ki: “Cihanda cennet'ül me'va muvâfık yâr-ı hem-demdir.” Yani yalan dünyada cennet dediğin şey kalbiyle, aklıyla, derdiyle, hissiyle, müktesebâtıyla, üslubuyla kişinin kendisine denk ve benzeyen insanlarla bir arada olmasıdır. Her birimiz kendimizden biliriz ki; bu insanların sayısı çoğu kere bir elin parmaklarını bulmaz. Zaten 'muvâfık yâr' dediğin öyle çok ve kolayca bulunan bir şey olsaydı Lâ Edrî hazretleri ondan bahisle cennet tabirini kullanmazdı.



Peki cehennem ne? Onu da söylemiş hazret: “Muhalif şahsa denk düşmek bu dünyada cehennemdir.” Kalbiyle, aklıyla, derdiyle birbirinden tamamen farklı iki insanın bir arada olması onlara dünyayı cehennem eder. Muhalif, her söylediğine, her eylediğine itiraz eden mânâsına değil burada. İstese de senin gibi düşünemeyen, istemese de olaylara senden farklı bakan... Uçmanın yanlış olduğuna inandığı için seni yürümeye ikna eden değil yani, yürümeyi bilmediği için uçmayı inkâr eden... Beyaz dediğine siyah diyerek seninle ihtilafa düşen kimse değil, siyahtan başka renk bilmediği için sen beyaz demeden siyah diye bağıran...



Cennetin ve cehennemin ne olduğunu böylece bildikten sonra sıra büyük trajedimizi itirafa geliyor: Cennetlerimizin sayısı az ama onlara ulaşmak için farklı imkânlar var. Cehennemlerimizin sayısı çok ama onlarla bir araya gelmemek nispeten elimizde.



Noksanımızın itirafı olması sadedinde mevzuu açmaya cehennemden başlayalım. Asla bir bardak çay içimi dahi bir araya gelmem dediğimiz nice insan vardır ki saatlerce sohbetlerine maruz kalırız. Bu cehennemin bahanesi bazen bir iş toplantısı olur, bazen bir ev ziyareti, bazen bir dostun hatırı... Adetleri çok, bahaneleri sağlam ama hamdolsun müddetleri kısa, bir araya gelmemek nispeten elimizde.



Cennet tabir ettiğimiz, ruhlarımız arasında bir ülfet ve ünsiyet olan, kalp ritmimizde bir ahenk tutturabildiğimiz güzel insanlara gelince onların sayısı pek az, bir araya gelebilmek de tam bir nasip meselesi. Bizimle aynı zaman ve mekânda yaşasalar dahi onları fark etmek için dikkat, bilmek için çaba, bulmak için gayret gerekiyor. E hani ulaşmak için farklı imkânlar vardı diyeceksiniz şimdi. Arz edeyim: Kendileriyle birebir dostluğumuz olmasa da yazdıklarından, söylediklerinden, çizdiklerinden, yaptıklarından, bestelediklerinden, kendileri için anlatılanlardan o cennetlere kapı aralayabilmek gibi bir şansımız var. Üstelik bu kapı sadece aynı zamanda yaşadığımız “muvâfık yâr ile hem-dem” e de açılmıyor; bizden asırlarca evvel yaşayan cennetlerimiz var bizim. Yaşasın!



Selimiye'de bir namaz sonrası kubbede atan nabzı kalbinizin atışıyla denk düşürebildiğiniz anda Sinan'la kucaklaşabilirsiniz mesela. Leylâ İle Mecnûn mesnevisinin satırları arasında bulduğunuz, sadece aşkın hakikatine dair ipuçları değil, Fuzûlî'nin sımsıcak ve sahici dostluğu oluverir. Süleymaniyeli bir bayram sabahında siz Yahya Kemâl merhumla söyleşirken; sohbete bir de bakmışsınız zarif bir hattın hüsnünden süzülerek Karahisârî dâhil oluvermiş. Raskolnikov'un peşi sıra sayfa sayfa dolaşırken kolunuza Dostoyevski giriverir de Karamazov'lara bile tahammül edersiniz kolunuza giren cennetin hatırına. Itrî ile Mozart'a aynı karlı gece vaktinde kahve ikram edebilirsiniz bir pencere önünde öylece durup... Bütün bunlar ve daha fazlası mümkün cennet arayana.



Yaşadığımız zamandaki cennetlerimize gelince; işte orada işimiz zorlaşıyor. Kitabını okuyoruz, menkıbesini işitiyoruz, bestesini dinliyoruz ama gönül fazlasını istiyor. Bu güzel insanlar var ve benimle aynı göğün altındalar, hem de şu anda diye düşününce gönül başlıyor deprenmeye. Karşılıklı biraz sohbet edebilsek diyoruz, ah şunu bir sorabilsem, şunu bir de kendinden dinlesem... Ama bu çoğu defa mümkün olmuyor. Sonra birden bakıyoruz ki cümleleri şifa, nefesleri gıda, eserleri safâ cennetlerimiz bir cehennemin ortasında karşımıza çıkıvermiş. Cennete cehennemde rast gelmek... Dram kelimenin tam anlamıyla işte budur!



Muhalif şahsa denk düşmek cehennemse, cehennemin en büyüğü Twitter'ın şahsında sosyal medyadır ve aslına bakarsanız bu yazının mevzuu da budur. Evet, birbirine hiç benzemeyen cıvıltılarıyla milyonlarca insanın bir diğerine cehennem olabildiği yegâne yer: Twitter. Şey değil, yer. Birbirini hiç tanımayan yüz milyonlarca insanın kendi rızasıyla tıkış tıkış doluştuğu hepi topu yüz masalı kafe gibi bir yer, Twitter.



Ve siz işte bu cehennemin içinde kitaplarından Cenâb-ı Aşk'a vurulduğunuz bir cennetinize kendi tweetini üçüncü kez 'rt' ederken rast gelip, “yok yahu” diyorsunuz. Yahut “muhteşem” bir mottonun altına kendince cevap yetiştiren “çokbilmişleri” itinayla 'block'larken görüp; “Senin bunun için vaktin olmamalıydı ey hocam” diye cümle talipler adına haykırasınız geliyor.



Çok sevip hatıralarından maziyi, şiirlerinden zarafeti seyrettiğiniz gerçek bir İstanbul beyefendisinin attığı bir tweet sebebiyle nâdanlar eliyle rencide edilişini görüp kahroluyorsunuz.



Konferanslarıyla binlerce insanın medeniyet tasavvuru diye bir dert sahibi olduğu, yazmasını beklediğiniz eserle derdini manifesto çapında takdim etmesini beklediğiniz ağabeyiniz için; “Zamanımızın Cemil Meriç'i diyorlardı adam trol çıktı” diyenlerin kahkahalarını duyup “Ah hocam, ah!” diyorsunuz.



Bir tek kitabını hakkını verip hazmederek okuyabilmek için bir ay harcadığınız adamın, bu cehennemdeki ilk günlerinde sözleri çok rt ve beğeni aldığı için bilgisayarının başında mutlu olduğunu, ilerleyen zamanlarda ise paylaşacağı sözleri seçerken rt ve beğeni hesabı yaptığını hissediyor olmak, sizi o kitapla araladığınız hakikatten soğutuyor.



Belki diyorum bir bildikleri vardır, benim bilmediğim. Ben kendime bu cehennemde ne işim var diye sorup kaç kez onların yanına çekip gitmek isterken, onların çıkıp bu cehenneme gelmek ve tahammül etmekle mutlaka bir bildikleri vardır. Bir bildikleri olmalı. Ne olur bir bildikleri olsun Allah'ım.



Bir de beni nefsimden, şöhret arzusundan, söylediğimin beğenilmesi derdinden, iltifatın şerrinden koru, beni bu cehennemden kurtar Allah'ım.



İsmet Özel'e metrobüs yakışmaya devam etsin; bir de Sezai Karakoç'a yalnızlık...



Âmin.



Not:

Lâ Edrî bir şair değil 'bilinmeyen' anlamında diye tweet atacak bilmişlere şimdiden teşekkür ederim.


#Cıvıltılı komedya
#Lâ Edrî
#Cemil Meriç
7 yıl önce
Cıvıltılı komedya
Öyle olmaz; böyle olur!
Müslümanlar en güçlü olmak zorunda
İcardi'ye atış serbest mi?
İsmailağa buluşması
Nezahet, Zarafet ve Nezaket...