|

Bir başkasına nasihat etmenin müthiş keyfi dururken, kendine söz dinletebilmenin muazzam ızdırabına talip olmak ancak seçkinlerin kârıdır.



Seçkinlerin kârıdır diyorum çünkü bu dert talep etmekle ele geçmez. Izdıraptır diyorum çünkü bu derdin lütfedildiği bir kul olmak bedelini ödemeden dermanın ele geçeceği mânâsına gelmez. Hem lütuf olacak hem gayret edilip bedel ödenecek ki bu sızıdan bir derman doğsun.



Dertten derman doğar mı?



Doğar. Hatta dert o ki; dermanı kendisi olsun. Allah devasız dert yaratmamış derler, doğrudur. Peşinden ilave ederler: Ölümden gayrı her şeyin devası vardır; yanlıştır.

Çünkü ölüm dert değil devadır; doğmak derdinin devasıdır ölüm.

İlle de içinde ölüm geçen bir dert bulacaksak kendimize, ölmeden evvel ölmek, dertlerin hasıdır. Uğrunda yaşanılası, aşkına ölünesi bir derttir, ölmeden ölmek.



İnsan derdi ile varsa ve derdi kadarsa, insanı var edecek en mühim dert işte bu ölmek/olmak derdidir. Bu derde düşenler derman aramazlar, dertlerinin çoğalmasını isterler. Çünkü bilirler ki o dert dermanın ta kendisidir. Çoğaldıkça sahibini yok eden, yok ettikçe dermanını var eden bir dert...



Eşya zıddıyla kâimdir derler; siyah beyazla, gece gündüzle, güzel çirkinle kâim. İtiraz edeni de bulunur bu ifadenin. Her şey onunla kâimdir, eşya zıddıyla anlaşılır der, onlar da… Zıddıyla kâim diyenin de, hayır yaratanla kâim ancak zıddıyla anlaşılır diyenin de itiraz edemediği husus şudur: Bir şey en son noktaya kadar vardı mı, tersinden aslına ircâ olunur. O muazzam misal ile ifade etmek gerekirse: Allah zuhurunun şiddetinden gâiptir.



Ölmeden evvel ölmek, başka bir ifade edişle 'olmak' derdi, dermanı arandıkça azalır ve öldürür sahibini, kendisi arttıkça dermana yaklaştırır ve oldurur. Hakiki dert zuhurunun şiddetince dermana dönüşür.

Bu derde duçar olanlar kalplerine acz ve şevk içre şu hakikati susarlar:



“Derman arardım derdime



Derdim bana derman imiş”



Belki de bu sebepten kendilerine 'herkes gibi ol kurtul' reçetesini sunan hekimlere dönüp derler ki:



“Aşk derdiyle hoşem el çek ilâcumdan tabîb



Kılma derman kim helâkum zehri dermanundandır”



Bu hastalar bu derde talip olup da sahip olmuş değillerdir. Bilakis hastalıkları sebebiyle dertten başka bir şey talep etmeyi bilmemektedirler. Bilmeleri gerekir mi? Sanmam...



“Gerçi yârdan dil-i şeydâ için kâm isterem



Sorsa cânan bilmezem kâm u dil ü şeydâ nedir”



İstediklerinin ne olduğunu bilmeseler de ne istemeleri gerektiğini bilir âşıklar, yetmez mi?

Sahip oldukları şeyin bilgisinden mahrum olmaları, bilmedikleri şeyin kendisine sahip olmadıkları mânâsına gelmez.

Yüzlerinde tâ Elest'ten kalma bir iz vardır onların, özleri o ize bürünene kadar yahut o izin üzerindeki bütün lekeler tasfiye olana kadar sürer gider macera...



“Mest olan mestâne geldi tâ ezelden tâ ebed



İçtiler aşkın şarâbın âb-ı engûr olmadan”



Onlar daha sarhoşluk yaratılmadan evvel, sevgilinin dudağının sırları ile sarhoş olanlardır. Üzüm yaratılmadan evvel ruhları şaraba kâse olanlardan ayıklık beklemek revâ mıdır?



“Ademden gelmeden bezm-i vücuda bâde ol demden



Lebün esrârınun biz vâlih ü hayranıyuz cânâ”



Onları bir gören olsa dertlerinin çokluğuna bakar da kendi haline şükreder. Oysa âşıklar derdi çok değil, tek eylemişlerdir. Derdi çok olanın dermanı zor bulunur da derdi tek olana dert derman olur.


“Aşk derdinden olur âşık mizâcı müstakim



Âşıkın derdine dermân etseler bîmâr olur”



Ateşe düşen su arar; aşka düşen daha çok ateş... Âşıklar kendilerinde yanacak bir şey kalmayasıya yanmak isterler. Kendilerinde kendilerinden eser kalmayasıya yanmak... Öyle bir yanmak ki, o yangında âşıktan geriye mâşuktan başka bir şey kalmasın. Ayrılığa yer yoktur orada, vuslata hâcet yok.



“Kıyamazsan baş u câna



Irak dur girme meydâna



Bu meydanda nice başlar



Kesilir hiç sorar olmaz”



Cânını terk etmeyenin cânâna vasıl olamayacağı raconudur bu yolun, âşıklar bilirler. Terk edenin de vuslata ihtiyacı yoktur, bileceklerdir. Âşık mâşuk, cân cânân bir olanda, kim kimden nasıl ayrı düşsün, kim kime niçin kavuşsun?



“Aşk derdinün devâsı terk-i cân etmekdedür



Terk-i cân derler bu derdün mu'teber dermânına”



Cânı için cânân arayanların sevdikleri cânlarıdır; cânân değil. Onlar sevgiliye kavuşmak isterler, vuslatın yolunu gözlerler. Belaya tahammülleri, ızdıraba tâkatleri yoktur. Oysa ki:



Âşık oldur kim kılur cânın fedâ cânânına



Meyl-i cânân etmesün her kim ki kıymaz cânına



Cânân için cân taşıyanların her şeyleri cânândır. Onları sevgiliye kavuşmak teselli etmez; sevgili olmak paklar ancak.

Biri yâre kavuşmak ister; diğeri yâr olmak.

Biri cânâna sahip olmak ister; diğeri cânın sahibinin kendisi olmadığını bilir.



“Cânı cânân dilemiş vermemek olmaz ey dil



Ne nizâ eyleyelim ol ne senindir ne benim”



Mesele bu kadardır işte. Âşığın cânı kendisine ait değildir; sahip olduğu her şey ise sevgiliden bir iz taşıdığı nispette onun nazarında itibar kazanır.



“Çıkarmak etseler tenden çekip peykânın ol servin



Çıkan olsun dil-i mecrûh peykân olmasın yâ Rab”



Sevgili bir ok atıp yaralamıştır âşığın gönlünü. Hakiki âşıklar, bir tabip el atıp da oku çıkaracak, yarayı sağaltacak olsa, gönlün yerinden çıkmasını, okun gönülden çıkmasına tercih ederler.



'Lâ'yı aşk ile iskât eyleyenlerin her zerresinden yükselen 'illâ hû' yangını tevekkeli değildir.


“Cânı cânân ittihâdı fâriğ eyler cismden



Cismden âgâh olan cân vâsıl-ı cânân değül”



İşleri güçleri, suları ekmekleri, azıkları nefesleri, dertleri dermanları ciğer yakan bir 'âh'tır âşıkların.

Sevgiliye âh değil, sevgili elinden âh değil, sevgili âh...


Hâl böyledir ammâ yine de derler ki:



Söyleme derdini sen derdindeki âh'a bile



Çün söyleyemez ehl-i dîl derdini Allah'a bile



Sustum...




#Aşk
#Ölüm
7 yıl önce
Âh
Neden Şimdi?
Tevhid risalesi yazan Milli Eğitim Bakanı
Bir Başka Mesele: Kadın ve erkeğin ince ayarları bozuldu
Omelas’ı bırakıp gitmeyenler..
Tek bir zamana/ tarihsizliğe hapsedilmeye başkaldıran adam: Kadir Mısıroğlu