|
Ne için varım?

Ancak bu soruyu kendisine hiç sormayanların ve bu sorunun cevabını bulup hakkını verebilenlerin mutlu olduğu bir şey yaşamak dediğin.



Hiç sormayanlar mutlu, çünkü ne soruları var ne de cevap bulmak gibi bir dertleri. Çelişki yok. Yaşıyorlar sadece, bir ağaç kadar, bir kuş gibi yaşıyorlar. Dal budak saldıkça, yağmur suyunu buldukça, kanatları güçlendikçe, yavruları oldukça mutlular. Bu neşeli taifenin, var olmanın varlığı yokluğu ile, niçin'i nasıl'ı ile, öncesi sonrası ile bir alıp veremedikleri yok. Onlar kendilerinin varlığından ziyade sahip oldukları şeylerin varlığı ve yokluğu ile ilgililer. Hayatlarını devam ettirmek için lazım olanların sürekliliği, kalitesinin artırılması, standardının yükseltilmesi onları daha mutlu kılmaya yeterken, bütün bunların tam tersi şekilde gerçekleşmesi de mutsuzluklarının yegâne sebebi. Mottoları şu: Bu dünya yalan, hayat çok kısa, gününü gün etmeye bak!



Bu kritik sorunun cevabını verip, o cevabın gerektirdiği şekilde yaşayabilenler de mutlu, çünkü aradıklarını bulmuşlar, olmaları gerektiği gibi olmuşlar. Çelişki yok. Yaşıyorlar sadece, bir yolcu gibi, bir misafir kadar yaşıyorlar. Adımları hızlandıkça, menzile yaklaştıkça, yükleri hafifledikçe, ev sahibini memnun ettikçe mutlular. Bu neşeli taife hazerâtının varlık ve yokluk, niçin ve nasıl, nereden ve nereye meselesini nasıl hallettiklerine dair maalesef bilgim yok. Şayet olsa idi birazdan zikredeceğim ve içine dahil olduğum üçüncü ve mütemadiyen mutsuz arada kalmışlar taifesine asla dahil olmaz, bilakis bu zevatın aralarına karışıverirdim. Onların nasıl olduklarına dair bilgimin olmaması, bilmekle onlar gibi olunmayacağını bilmeme mani değil. Bu da hiç yoktan iyi bir şey galiba. Bu taifenin mottosu şu: Bu dünya yalan, hayat çok kısa, anını an etmeye bak.



Bu iki ayrı dünya ehlinin, yani sadece dünyayı yaşayanların da, dünyada sadece yaşayanların da mottolarının küçük bir farkla nasıl aynı olabildiği meselesine unutmazsam geleceğim. Ama önce iki cami arasında beynamaz, mütemadiyen huzursuzlar diye tarif edebileceğimiz bir üçüncü taifeden bahis açalım. Bunlar 'ne için varım' sorusunu kendisine soran ve fakat bu soruya bir türlü cevap bulamayanlardır. Yahut soruyu sorup cevabı bulup bir türlü o cevabın gerektirdiği gibi olamayanlar. Yahut bulduğu cevabın hakkını verişi ne yapsalar sürekli kılamayanlar. Med-cezir gönüllüler, dilemmâ ruhlular, çelişki yumakları, benim sevgili kardeşlerim. Gönülleri bırakmaz ki eşkıyalık etsinler, nefsleri bırakmaz ki evliya olsunlar. Bunların bütün yapabildikleri evliyanın haline bakıp hakikatini sezemeseler de gıpta ile iç geçirmek, eşkıyanın haline bakıp gerçek olmadığını bilseler de hevesle yutkunmaktır. Bu dünyada yaralı bir kuş gibi, ay sonunu getiremeyen bir kiracı gibi yaşarlar. Kanatları olmasa uçmak gibi bir dertleri olmayacağı için, yolculuğu fark etseler eğlenip kalmayacakları için belki de mutlu olacaklardır. Ama hem uçmanın ne olduğunu bilip kanatları kırık olduğu için uçamadıklarından, hem de yolu bilip yolcu olduklarını unutarak kaldırım taşlarında oturup kalışlarından mutsuzdurlar. Mottoları şudur: Bu dünya yalan, hayat çok kısa, yaşamak dediğin bu değil!



Yaşamanın bu olmadığını bilirler, ne olduğundan haberleri de vardır ama ellerinden bir şey gelmez gariplerin. Soruyu fark etmenin mi mükafat, cevabı bilememenin mi ceza olduğunu bilmez, bilemez, tenhalarda Yunus'tan mısralar mırıldanırlar gözyaşlarıyla: “Ölen hayvan imiş aşıklar ölmez”



Dergaha odunun bile eğrisinin giremediğini her andıkça inceden sızlayan kalpleri, emrolundukları gibi dosdoğru olamadıkları günler boyunca bir Tapduk ateşiyle yanar durur. Yanmanın deva olduğunu bilecek kadar nasipleri vardır aşktan, devayı bulacak kadar yanmaya takat getirecek kalpleri yoktur. Heyhat ki heyhat, eyvah ki eyvah, âh ki âh!



Bir Niyazi Mısrî nutku şerifinde kaybederler kendilerini, bir İbrahim Ethem menkıbesinde bulurlar. Okunu kendisine doğrultmuş Belh Padişahına lisan-ı hal ile 'sen bunun için yaratılmadın' diyen o ceylanın hiç görmedikleri bakışlarıyla parçalanır ciğerleri. Ne yapsalar, nereye gitseler, neyle uğraşsalar içlerinde bir ceylan mütemadiyen feryat eder durur. Başlarını yastığa koyarlar yorgan bağırır: 'sen bunun için yaratılmadın' diyerek; bir kahve içecek olsalar fincan dile gelir, yürüseler adımları haykırır, otursalar koltuklar dikene döner, başlarını göğe tutsalar yağmur taneleri birer kelime olup dökülür göklerden, ağlasalar gözyaşları heceye döner, hep o cümleyi tekrar eder durur her bir şey: Sen bunun için yaratılmadın!



Kul olmak için yaratıldık derler. Kulluğun ibadetten farkını bilecek kadar okumuşlukları vardır. Aldıkları nefesten, yedikleri lokmaya kadar her bir şeylerinin Allah için olmasının hakiki kulluk olduğunu sezecek kadar irfanları vardır. İbadet kişinin yaptıklarından Allah'ın razı olması; ubudiyet Allah'ın yaptıklarından kulun hoşnut olmasıdır diyecek kadar hikmete meftunlukları, lügate âşinalıkları da vardır, ama olmaz bir türlü.



'Bilinmeyi murad ettim insanı yarattım' diyen Rabbimi bilemiyorsam, insanlığımın ne anlamı var, var olmamın ne kıymeti var diye soracak kadar akılları vardır. 'Hatta bilinmeyi mi tanınmayı mı?' diye soracak, bilmekle tanımanın farkına varacak kadar irfandan behreleri de vardır. Nefsini bilenin Rabbi'ni tanıyacağı gerçeğinden hareketle bilmekten geçip tanıma derdine düşecek bir ihsana muhatap olmuşlukları da yalan değildir. Bilinmeyi murad ettim ifadesindeki muradın sevdim'e denk düştüğünü de bilirler biraz. Bilinmek mi önce sevmek mi diye sorarlar kendilerine, çıkamazlar işin içinden.



Kul olmanın tanımakla, tanımanın sevmekle, sevilmenin kullukla irtibatını sezerler. Yüzleri güler bir an. Tanımadıklarına kulluk ettiklerini, sevdiklerini tanımadıklarını fark ederler, çatılır kaşları. Fark etmek mutluluğu ile olamamak huzursuzluğu bir sarkaç olur zonklar durur beyinlerinin orta yerinde. O zonklayış kelimelere bürünür ve yapışır kalplerinin yakasından, sonra sen bunun için yaratılmadın diyen ceylanın alnının çatına bir ok olur süzülür. O okun vınlaması zaman ve mekanı aşan bir feryada dönüşür: Bunun için yaratılmadığımı ben de biliyorum, ne için yaratıldığımı da biliyorum. Niçin'den geçtim nasıl'dan haber ver bana, nasıl, nasıl, nasıl?



Ses gelmez ceylanların bakışından. Gülerler kendi hallerine. Oturur Salzburg'lu bir öğle vaktinde soğuktan buz tutmuş elleriyle klavyeyi döverek bir yazı yazarlar. İki aynı mottonun arasındaki küçük farkı yazmaya söz verdiklerini unutmuş değildirler. Ama bilmediklerini nasıl yazacaklarını bilemezler. Bilgisayarı kapatırken bir kahve daha söylerler kendilerine, Mozart çalar uzaktan, dünya hep yalandır çünkü hayat hâlâ çok kısa ama yaşamak asla bu değil!


#Niyazi Mısrî
#Salzburg
#Mozart
il y a 7 ans
Ne için varım?
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle