|
Aşırılaştırma(2)

Kurumsal târihimizin en kırılgan ve sorunlu olduğu noktalardan birisi; orta sınıf kültürel bir ağ içinde şekillenen “meslekler“ dünyâsının aşkıncı misyoner donanımıdır. Modern meslekler, geleneksel mesleklerden farklı olarak kuşatıcı bir üst ahlâka doğrudan bağlı olmayan; tam tersine özerk ahlâkî donanımı olan ve artık “moral” değil, “etik” düzeyde tanımlanan varlıklardır. Aslında bu, işin modern dünyâdaki nesnelleşmesinin bir fonksiyonudur. Üretim fetişizmiyle karakterize edilen modern dünyâda zâten başkası beklenemezdi. İşten en fazla verimi almak; işi nesnelleştirmeyi gerektiriyordu. Bu aynı zamanda işi yapanla, iş arasına bir mesâfenin konulmasıydı. Bahsedilen süreç, elbette ki mesleklerin târihi îtibârıyla derin bir “yabancılaşma” olarak tanımlanabilir. Bu bizi sonu gelmeyecek bir “ahlâkî” tartışmaya da taşıyabilir. Ama şu da görülmeli ve teslim edilmelidir ki, mesleklerin nesnelleşmesi ve özel-özerk bir ahlâk ile temellendirilmesi modern dünyânın en kuşatıcı bir normlarından birisidir.



Türkiye'de mesleklerin özerk etik normlara dayalı olarak serpilmesi başarılamadı. Her meslek kendisini aşan, aşkın ve sıklıkla “ideolojik” bir ahlâkın misyonlarına göre şekillendi. Bu misyonlar çok defâlar trajik tehdit algılamasıyla kendisini konsolide etti. Meslek birimlerinin örgütlenme târihi de zâten bunu çok çıplak bir şekilde doğrular. Meselâ meslek odalarının târihi, garip bir şekilde “solculuk” veya “sağcılık” târihine kolayca eklemlenebilen alt târihlerdir. Tabipleri veyâ mimarları ele alalım: Bir tabip veyâ mimârın düzeyini, mesleğinin kendi normları belirlemez. Solcu veyâ sağcı mimâr olmak, mimâr olmayı hem önceler hem de belirler. Solcu mimâr olmak, solculuğun; sağcı mimâr olmak ise sağcılığın kol gezdiği muhitlerde “mimar” olmanın bizâtihî gereği; hattâ amentüsüdür.



Pekiyi neden böyle oldu? Bunun ardında ontolojik-trajik bir mesele olarak, “konvansiyonel” ile “târihsel” arasındaki gerilimi keskinleştiren şu mâhut “bek'a” meselemizde yattığını düşünüyorum. Bu meselenin konvansiyonel -aktüel karşılığı “dengeci”, “orta yolcu” tercihler olabilir. Ama süreç sâdece konvansiyonel bir süreç değil. Bu aynı zamanda târihsel bir süreç. Bek'a meselesinin târihsel bir mesele olduğunun idrâki, konvansiyonel-aktüel kapsamın dışında aşkıncı iddiaları çağırıyor. Aşkıncılık ise, bir gecikmenin telâşıyla ise “aculluğu”; aculluk ise kestirmeci, basitlemeci bir “aşırılığı “dâvet ediyor. Bu da zaman içinde konvansiyonel -aktüel târihimize de tahripkâr bir geri dönüş doğuruyor.



Cumhûriyetin kuruluş enerjisi, kaynağını aşkıncı bir misyondan aldı. Konvansiyonel-aktüel gerekleri, ”derin” ,”köklü” ve “iddialı” târihsel meselelere bağladı. Bunun kaçınılmaz sonucu olarak konvansiyonel-aktüel hayatın kendi iç donanımını sağlayan ve pekiştiren adımlar atılamadı. Kurumsal boşluklar ve muhteva kayıpları da buradan doğdu. Seçkinliğin standartlarının da kendi genleşmesi üzerinden “kültürelleşmesi” bu boşluğun derinleşmesinden doğdu. Biz bunun farkına ancak bizzât kültürelleşen bir dünyâda varabildik.



Demokratikleşme belki de bu aşırılaştırmanın dengelenebileceği bâzı fırsatları sağlayabilirdi. Ama öyle olmadı. Bu da bir başka genleşmeyi doğurdu. Konvansiyonel-aktüel karşılıklarını bulamayan bir seçkinciliğin karşısına konvansiyonel vasatların aşırı yorumlarını koyduk. İlkinin gelecekçi (füturolojik); diğerinin ise geçmişçi (passeistik) histerilerle yapılması sonucu değiştirmiyor.



Türkiye'de konvansiyonel-aktüel hayatın çok çarpıcı bir dinamizm taşıdığını görüyoruz. Bu dinamizm bir tarafıyla çok vâitkâr. İnsanı umutlu kılıyor. Ama bu dinamizmi taşıyacak kurumsal payandalardan ne kadar yoksun olduğumuzu da görüyoruz. Kurumsal yapılar, kendi iç mantığı ve aklıyla , konvansiyonel-aktüel savrulmaları engelleyen bir işlev görür. Ama yakın devir Türkiye târihi, kültürel düzlemde önce konvansiyonel-aktüel hayâtı bastıran bir seçkinci kofluğun müdahalelerini gördü. Bu, kurumsal karşılığı olmayan bir aşırılaştırmanın karşılığıydı. İkinci etapta ise bendini çiğneyen ve aşan konvansiyonel-aktüel hayâtın dinamizmini fetişleştiren bir başka eğilimi görüyoruz. Bunun da kurumsal bir karşılığı henüz zûhur etmiş değil. Kültürel düzeyde seçkincilik ve demokratizm sarmalında yaşadığımız gerilimlerde tıkanmış durumdayız.



15 Temmuz travması kurumsal boşluğumuzu fark etmemize yardımcı oldu. Tam da bir yol ayrımındayız. Ya bunun boşluğunu telâfi edeceğimiz yapısal adımları atacağız; ya da bu boşluğun doğurduğu sorunları, alıştık,bildik basitlemelerle kültürelleştirip aşırılaştıracağız. Eğer ikinci yolu seçersek korkarım ki sonuçlar 15 Temmuz'dan daha felâketli olabilecektir.




#Aşırılaştırma
#15 Temmuz
#Modern meslekler
8 yıl önce
Aşırılaştırma(2)
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle