|
Gülmek ve güldürme

Türkiye'de sinema yakın zamanlarda çok mühim gelişmeler gösteriyor. Bir defâ, teknik kalitesi dünyâ standartlarını yakalamış durumda. Dahâ dikkât çekici olan husus ise, televizyonun rekâbetini hayli geriletmesi. 70'lerde televizyona kaptırdığı seyircisiyle yeniden buluşuyor. Sinemaya gitmek eskisi kadar büyülü bir şey midir? Emin değilim. Ama her ne olursa olsun, sinema yaşıyor.



Türkiye'de sinema sanatında yaşanan canlanma, film türleri arasında da bir çeşitlenmenin doğmasına yol açmış gözüküyor. Daha evvel, melodram, târihi filmler ve komedi gibi bir kaç alana sıkışıp kalmış olan film endüstrisi bugün polisiye ve korku gibi türleri de içeriyor. Deneysel-ciddî sinemada da hayli başarılı ürünler çıkıyor.



Amacım sinemayı tartışmak değil. Bu konuda yazacak fazla bir müktesebâtım olmadığını itiraf etmeliyim. Ama son zamanlarda bir husus dikkâtimi çekiyor: Bütün çeşitliliğine rağmen dağılımda Türkiye'deki sinemanın en fazla iş yapan filmlerinin komedi filmleri olması. Bu da bu tarz filmlerin sayısal olarak şişmesi gibi bir durum ortaya çıkarıyor. Eş anlı olarak bir kaç komedi filminin piyasaya çıktığına şâhit olabiliyoruz. Esas üzerinde durulması gereken hususun bu olduğunu düşünüyorum.



Komedi filmlerinin çok iş yapması; TV'de komedi yapımlarının süregiden etkisi, eski yapımlardan; meselâ halâ merhum Kemal Sunal'ın Şâban'ından bıkmamamış olmamız gerçeği ile berâber düşünüldüğünde gülmeye duyduğumuz ihtiyâcın sâdece vazgeçilmez olduğunu değil; aynı zamanda katlandığına da delâlet ediyor. Çok satan mizah dergileri de bunun cabası olarak düşünülebilir.



Zamân içinde komedi anlayışımızda mühim dönüşümler olmadı değil. Meselâ, 1970'lerde veya 1980'lerde bizi gülmekten kırıp geçiren yapımların bâzıları, bugünlerde izlendiğinde aynı etkiyi yaratmıyor. Eski zamanların komedi ustaları ile yeni nesil komedyenler arasında -kanaatimce ilk grubun çekmemezliği ile başlayan- bir gerilimin varlığından söz edebiliriz. Eski nesil komedyenler daha baştan kaybetmeye mahkûm gözüküyorlar. Yeni nesil komedyenler hiçbir şey söylemeseler de kazanıyorlar. Çünkü, onlara kızan ve kendilerini bozanlar eskiler. Tezlerinde- meselâ komedinin sanatsal ontolojisindeki kayıplar gibi- ne kadar haklı olsalar bile sendeliyor ve sevimsizleşiyorlar. Kızdıkça güldüren adamlar olma vasıflarını kaybediyorlar.



Hayat yeteri kadar acımasız ve boğucu. Tâbi olduğumuz kurallar pek çok defâlar gerektiğinden bile daha sıkıcı. Gülmek, insanlık hâlleri içinde en birincil gevşeme hâli. En temel rakibi olan ağlamak ile birlikte değerlendirildiğinde bu husus daha berrak ortaya çıkıyor.



Ağlamak ve gülmek kadar bizi gevşeten bir başka refleksimiz yok. Kolayca birbirlerine dönüşme bağlantısını elbette atlayacak değilim ama, ağlamaya göre gülmek daha doğrudan bir gevşeme hâli. Ağlamak çift katlı işliyor. Önce alabildiğine geriliyor; daha sonra gevşiyoruz. Yâni bu işin mâliyeti daha ağır. Gülme eyleminde ise bu böyle değil. Gülme eylemi gülme ihtiyâcı ile başlıyor. Yâni olağan hâllerimiz içinde gülmeye deneyimine; veyâ güldürülmeye hazırız. Ağlamaktan farklı olarak gerilim, gülme eyleminin dozunun kaçtığı; engellenemeyen bir boyut kazandığında başlıyor. Bu bile, tıpkı gülme eylemini doğuran yegâne fizikî etki olarak gıdıklanmada izlenebileceği gibi “istemeye istemeye istemek” gibi tuhaf; başka tür gerilimleden çok farklı bir gerilim. Üstelik en güldürücü durumlardan birisinin de bu “aşkın gülme” deneyimi olduğunu biliyoruz.



Yeni güldürme kurgu ve teknikleri, bu işi en doğrudan sağlıyor. Yâni ağlamaya göre zâten daha doğrudan olan bir refleks, “söz ile gıdıklama” boyutuna taşınıyor. Temel sıkıntı da burada başlıyor. Durumsal komedinin yeni bir buluş olduğunu düşünmüyorum. Bu aslında büyük ölçüde esnaf târihinde ortaya çıkan “târihsel” ve mevziî bir geleneğe dayanıyor. Bir sanat olarak komedi elbette buradan türedi. Ama yazılı olmayan bu güldürme praksisini araçsallaştırdı. (Bunun en beylik ifâdesi, geleneksel mizahın motiflerini kullanmaktır). Araçsallaştırmakla kalmadı, ”aynı zamanda düşündürmek gibi” bambaşka bir misyona taşıdı. Bunu hikmetli mizah ile karıştırmayalım. Hikmetli mizah geleneği ile modern düşündüren mizah veya komedi farklıdır. İlki de düşündürür, ama güldüreni de bağlayan belli bir hikmet dâiresinde. Diğeri ise güldüreni bağımsızlaştırır. Bizi kendi hükümlerine göre düşündürme, haydi daha açık konuşalım; “uyandırmak”, “bilinçlendirmek” gibi bambaşka amaçlara sâhiptir. Aşınan ve bizi artık güldürmeyen de bu “fazlalıktır”. Unutmayalım, gülmek ne kadar gayrı ciddî ise düşünmek de bir o kadar ciddî bir iştir.



Yeni nesil mizah veya komedi, gülme ve güldürme işini yeniden aktüel-târihsel mecrâsına taşıdı. Günlük hayatla barıştı ve ona karıştı. Yeni medyatik mecrâlarda kök salarak toplumsallaştı. Artık düşünmek istemiyoruz. Gülerek düşünmek, düşünerek gülmek arkaikleşen bir fantazidir. Söz, hattâ görüntü ile gıdıklamak ve gıdıklanmak istiyoruz. Artık güldüren, söz ve görüntü ile gıdıklayandır. Bu herkes olabilir. Zâten herkestir de. Söz aracılığı ile güldürmek ile söz aracılığıyla gıdıklamak arasındaki farktır bu. Bâzen düşmanlığa bile dönüşebilen mizah karşıtlığının bir sebebi tam da buraya oturuyor. Gıdıklamak fizikî bir eylemdir. Ve her fizikî eylem gibi amacından kolaylıkla sapar. Ayar tutturmak zordur. Can acıtır. Bu bir kere keşfedildiğinde bambaşka amaçlar için kullanılır. Hınç almak, can yakmak için. Tıpkı bugün olduğu gibi. Bugün gülme ve güldürme eylemi iki özneli değil; çok taraflıdır. Güldürmek bir taraftan da birilerini de kanatmak içindir artık...


#mizah
#komedi
#Gülmek
8 yıl önce
Gülmek ve güldürme
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi