|
Küçük düşünmek….

“Toplumsal” alan , küreselleşme öncesi zamanlarda ekonomik ve siyâsal alanları hem içeren hem de onlardan farkılılaşabilen bir alan olarak algılanıyordu. Yâni zannediyorduk ki; bir ekonomist olarak toplumsala bakmak mümkündü.


Bu, toplumsalın ekonomik değişkenler üzerinden “okunması” manâsına gelirdi. Benzer bir şekilde; toplumsalı, “siyâsal” değişkenler üzerinden okumak da bir siyâsal bilimcinin işiydi. Toplumsalın bir de “kültürel” tarafları vardı. Bu da kültür bilimcilerin işiydi. Toplumsalı ,en genel ve saf manâda “toplumsal” olarak okumak da sosyologların işiydi. Onlar, belki de siyâset, ekonomi ve kültür sosyologlarının çalışmalarının ileri bir sentezini yapan veyâ bu tarz çalışmalara ilhâm kaynağı olan genellemeler, soyutlamalar, perspektifler üreten bir üst-teorik dünyânın temsilcileriydi.

Küreselleşmenin az sayıdaki hayırlı taraflarından birisi de , toplumsalın teorik makaslarla istenildiği gibi kesilip biçilebilemeyeceğini; tasarımının ve daha genel olarak mühendisliğinin yapılamayacağını bize öğretmesi oldu. Bir defâ şunu anladık ki, toplumsal alanlar arasında bizim zannettiğimiz gibi aşılmaz, sızdırmaz sınırlar yoktur. Bir ekonomistin siyâsetten anlamamak; bir siyâsal bilimcinin de ekonomiden anlamamak gibi bir lüksü olamaz. Kültürbilim çalışan birisinin de ekonomi veyâ siyâset bilmeme gibi bir özürü olamaz. Ya zoru seçip; mevcutlardan da daha “bütünlüklü” (holistik) bir bakış geliştirecek veyâ işin kolayına kaçacak ve mevcutlardan daha “parçalı” (fragmante) bakışlar üretecektik. 1990’lı senelerin başlangıcındaki tablo buydu.

Pekiyi , bu epistemolojik tartışmalardan ne çıktı? Bir kere zor olanda ısrar edenler ve bu yolda çalışanlar çıktı. Meselâ I.Wallerstein ve arkadaşlarının temsil ettiği “Sistemci Okul” bunlardan birisidir. Onların modelinde ekonomi, siyâset başta olmak üzere çok sayıda “toplumsal” yapı birlikte ele alınır ve geniş bir “târihsel” düzlemde eşlendirilir. Bu okulun çalışmalarını makbûl bulmayabilir ve eleştirebilirsiniz. Meselâ A. G. Frank ve arkadaşlarının temsil ettiği ve “Sistemci Okulu” eleştiren “Bağımlılık Okulu” buna örnektir. Ama , üretilen çalışmaların çapını küçümsemeye kimsenin gücü yetmez.

Gârip olan husus bu tarz yeni makro teorilerin akademik yapılardaki karşılığı son derecede sınırlı oldu. Meselâ ne tuhaftır ki, son senelerin “gözde” akademik departmanı olan Uluslararası İlişkiler’deki müfredatlarda, Wallerstein, Samir Amin, A.G. Frank, Kojin Karatani, Perry Anderson gibi adamlar hemen hemen yok sayıldı. Bu bölümlerin kaç tânesinde mâhut Siyâsal Târih derslerinde Eric Hobsbawn okutulur acaba? Bunlar yerine “strateji-taktik” gibi görece hayli ucuz kavramlarla düşünen basitlemeci yaklaşımlar hâkim oldu.

Şurasını kabûl ediyoruz ki, dünyâ küreselleştiği evrede daha maddî bir dünyâ hâline geldi. Fâillerden çok fiiller, şahıslardan çok sistemler baskın oldu. Bunun yarattığı en ağır tahribât ahlâkîdir. Fiillerin her zaman olduğundan daha fazla can acıttığı , ama fâillerin silindiği ve sorumlu tutulamadığı bir dünyânın anlaşılması , en başta fiillerin yapısal karşılıklarının doğru anlaşılmasını gerektiriyordu. Bana öyle geliyor ki; bütünlüklü bakışlar gerektiren bu zahmetli işin hakkı verilmediği için her şeyi kültürelleştiren bir sanallığa savrulduk. Bu sanallaşmanın ilk evreleri, kabûl ediyoruz ki “şenlikli”; ama şu aralar idrâk ettiğimiz ileri evreleri ise “kanlı” geçiyor. Daha tahammülsüz ve saldırgan bir kültürel iklim de bu sanallaşmanın getirdiği taşkınlıklara işâret ediyor. Yapılar ve sistemler bastırıyor; bizler ise birbirimizin boğazını biraz daha sıkıyoruz. Bütünlükleri kurmakta ne kadar zorlanıyorsak; o kadar ayrışıyor ve saldırganlaşıyoruz. Gâliba yaşadıklarımız şu kadarını öğretti bize: Küçük önce güzel; daha sonra zehirleyicidir.

#Eğitim
#Meselâ I.Wallerstein
7 yıl önce
Küçük düşünmek….
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle