|
Kutuplaşmanın özneleri ve nesneleri
Hep söylemiş ve yazmışımdır; Türkiye'de gündemli düşünce merkezî bir yer tutuyor. Kimse bunu postmodern kültürel dünyânın cilvesi diye yutturmasın. Niyetim günlerin getirdiklerini ve buna uygun gündemleri reddetmek değil. Tam tersine gündemli düşünüşün, hayâtın dinamiklerini ve ayrıntılarını yakalamak için bir fırsat olduğunu kabûl ediyorum. Sorun, bu gündemlerin arasında ilişki kuramamak ve onları târihsel, dünyâsal ardalanlara oturtamamakla âlâkalı. Zihinler, günlük bağlantıları aşıp, belli bütünlükte ve kapsamda işlemiyor. Yüzeydeki yakıcı olaylara odaklanıyoruz. Hâlbuki, memleketin bâzı çok temel ve târihsel meselelerinin korları, “döşeğin içeriden yanması” gibi, yüzeyin altında işliyor ve dumanını iş işten geçtikten sonra dışarıya veriyor. Doğrusu medyatik basitçilik de bunu teşvik ediyor. Günlük malzemeleri topluyor ve bunu bağlamsız düşünen, Weber'in “mevsimlik işçilere” benzettiği figürlere kavga dövüş tartıştırıyor.

Bu aralar yine seçim gündemde. Günler, hırçın siyâsal tartışmalara, atışmalara gebe. Tuz, biber kabilinden bunlar da olsun. Ama, takdir edersiniz ki baharat bizzat mönü olamaz. Hâlbuki, şu aralar dünyâda çok önemli ve sancılı dönüşümler yaşanıyor. Neredeyse kesin olan bir şey; 2020'lere doğru, artık çok başka bir dünyâda yaşıyor olacağımız gerçeğidir. Hâl böyle ise, siyâsal kadroların gelecek kestirimlerini ve hedeflerini gözden geçirmesi ve güncellemesi beklenir. Güncele takılı düşünüşün en büyük zaafı en başta “güncellemeyi” başaramamaktır. Târihsel ve dünyâsal bağlam eksikliğinin boşluğunu ezberler dolduruyor. Yâni günceli karşılayış biçimimiz, târihsel ve dünyâsaldan hareket değil; ezberlerimiz oluyor. Türkiye'de, sorulduğunda herkesin şikâyet ettiği; sorulmadığında ise herkesin bir şekilde konum tuttuğu “kutuplaşma” biraz da ezber-tepki diyalektiğinin yol açtığı bir durumdur.

1 Kasım seçimlerinde, yine Sayın Erdoğan'ın ne söyleyeceği belirleyici olacak. Kampanyalar, Sayın Erdoğan'ın konumunu merkeze alacak. %60'ın bir psikolojisi var; ama sosyolojisi ve siyâseti yok. Muhtemelen meydanlarda Cumhurbaşkanı'na dönük nefret hisleriyle düşünen(?) ve arkasına siyâsal ezberlerini alan bir muhâlefet dinleyeceğiz. Zihnimde tarttığım zaman muhâlefetin işinin hayli güç olduğunu düşünüyorum. Eğer, Sayın Kılıçdaroğlu'nun “Biz kampanyamızda işimize bakacağız; projelerimizi insanlara anlatacağız, kişisel kavgalara girmeyeceğiz” vaadi hayâta geçerse, CHP'nin işi zor demektir. Anti-Erdoğanist sendroma sırt çevirerek yürütülecek bir kampanyanın ne kadar müşterisi olur, bilemiyorum. Sayın Kılıçdaroğlu'nun vaadi, Anti-Erdoğanist bir travmadan arınmak anlamında CHP'nin uzun vadeli bir stratejisi olabilir. Ama, bu şekilde 1 Kasım seçimlerinden bir başarı elde etmek çok zor gözüküyor. Aynı durumun MHP ve HDP için, haydi haydi geçerli olduğunu öngörebiliyorum. Bu partilerin de içinde olduğu ve derece derece Anti-Erdoğanist hislerle yüklü olan, sosyal medya basitlemeleri ile birbirini azdıran %60'ın ortalama hissiyatlarına tercüman olamamak var. Anlaşılıyor ki, Sayın Erdoğan'a vurmadan olmayacak. Ne kadar tuhaf değil mi; Anti-Erdoğanizm ile şekillenen ve bir yere kadar güçlenen bir siyâset, bir süre sonra kendisini ökselenmiş buluyor. Yâni, Anti-Erdoğanizm üzerinden bir siyâset değil, sâdece Anti-Erdoğanizmin kendisini türetebiliyorsunuz. “Saçma”nın filozofu Camus'nün metinlerinden birisinde geçer: “Sana sonunda aşkı verdim” diyen kadına, Don Juan umarsız bir şekilde cevap verir: “Sonunda mı? Hâyır; sâdece bir kere daha”… Bizdeki siyasal muhalefet işte böyle bir saçmanın rutininde. Bu hisler üzerinden özne olmak istiyorlar. Tam tersine, “öznesi” olduklarını düşündükleri bir sürecin “nesnesi” hâline gelmiş oluyorlar. Daha net ortaya koyalım: Sayın Erdoğan'a mahkûm oluyorlar.

“Ezber-tepki” diyalektiğini ne çözebilir? Bu noktada daha ürpertici tablolar çıkıyor karşımıza. Meselâ; ”Erdoğan böyle devam ederse, ardından darbe gelir” ifâdeleriyle karşılaşıyoruz. Bu ifâdeler aslında siyâsal bir acziyetin açığa çıkmış hâlidir. Bu ifâde sözümona tehlikeye işâret eden bir şecaat arzederken; satır aralarında sirkatin söylemektedir. “Vallahi biz de bu sarmaldan çıkamıyoruz, bu işi çözse, çözse üst bir akıl çözer” demek, “e, haydi çözsünler artık” demenin provasıdır.

1 Kasım seçiminin sonuçlarını, siyâsal partiler ne söylerse söylesin, hangi kampanyaları yürütürse yürütsün, % 60'ın içinde ne oranda olduklarını bilemediğim, 7 Haziranseçiminde rüzgara kapılmış “gevşek Anti-Erdoğanistlerin” yapacağı muhasebeler tâyin edecektir. MHP ve HDP'nin, 7 Haziran'da elde etmiş oldukları oranları arttırması, kamuoyunun Anti-Erdoğanizm yüklü hislerini derinleştirmekte olduğunu gösterir. Ama bilelim ki, bu yırtık büyürse Türkiye'nin geleceği karanlıktır. CHP, Sayın Kılıçdaroğlu'nun açıklaması çerçevesinde tabloyu okumuş gözüküyor. Radikal ulusalcıları tasfiye ile başlayan dönüşümünü, kendisini nesneleştiren süreçten kurtulmaya dönük adımları atarak sürdürürse, belki azıcık oy kaybeder, ama geleceğini kurtarabilir. Bu sâdece CHP'nin değil, Türkiye'de merkez siyâsetin de esenliğini sağlayacaktır.

Biliyorum AK Parti, değerlendirmelerin dışında kaldı. Bunu da başka bir yazının konusu yapmayı plânlıyorum.
#siyâset
#Anti-Erdoğanizm
#siyâsal partiler
9 yıl önce
Kutuplaşmanın özneleri ve nesneleri
Evet sokağa çıkamayacak hale geleceksiniz!
Batı’da İsrail spiritüel bir tutkuya dönüştürüldü...
Din savaşı
13 şehit
İstanbul’da bir Yemenli âlim: Abdülmecid el-Zindanî