|
Muhtasar bir NATO hikayesi (2)

"Duvarın Yıkılması” ve Sovyet kampının çözülüşü NATO'nun geleceğini belirsiz bırakan bir süreç olarak anlaşıldı. Ben bu düşüncenin çok da doğru olmadığını düşünüyorum. Sâdece Sovyetler Birliği'nin çözülmesi ve Doğu Avrupa'nın Sovyet nüfûzundan çıkmış olması NATO için ontolojik boşluklar yatacak gelişmeler değildir. Meselâ 1990'lardan başlayarak Doğu Avrupa'nın hatırı sayılır bir kısmının NATO'ya dâhil olması aslında yapının işlevsiz kalmış olmasına karine oluşturmaz. NATO, tek başına Doğu Avrupa'nın “Batılılaştırılması” için kurulmuş bir yapı değildir ki. 1989; yani “Duvar'ın Yıkılması”, olsa olsa yapının; ucu Pasifik'de düğümlenmek üzere; zâten on senelerce ihtiraslı bir şekilde yürüttüğü Ortadoğu ve Orta Asya temelindeki stratejilerini sâdece daha da belirgin kılar. Dahası onu daha da yırtıcılaştırır.



NATO'nun Rusya'nın boşalttığı Afganistan'a müdahalesi ile Irak'ın işgâli ardışık ve birarada anlaşılması gereken olaylardır. NATO, Ortadoğu ve Orta Asya'daki boşluğu, tıpkı Doğu Avrupa'da yaptığı gibi doğrudan doldurmak istemedi. Irak'a ABD askerinin girmesi son oldu. Postal devreden çıktı. Bunun yerini hava destekli vesâyet savaşları aldı. İstediği ve uygulamaya koyduğu strateji ; varolan siyasal zâtiyetlerin, otoriter bir tarzda üzerini örttükleri fay hatlarını açığa çıkarıp birbirleriyle çarpıştırmayı ve sonuçta mevcûdu ufalamayı amaçlayan “istikrasızlaştırma”dır.



Burada NATO'nun başlıca iki taktik geliştirdiğini görüyoruz. Bunlardan ilki mâhut “Renkli Devrimler”dir. Bu, Doğu Avrupa'da gelişen “protest” kültürün , stilize edilerek yeniden-üretilmesini amaçlayan, içine çok sayıda NGO ve STK'ları alan siyâsal-endüstriyel bir yatırımdır. Bu endüstrinin ürünleri ağırlıklı olarak Kafkasya'da; meselâ Gürcistan'da , Çin'de ve Lâtin Amerika memleketlerinde denendi. (Türkiye'yi, Gezi'yi unuttum sanmayın). Son deneme ise Ukrayna'dır. Bu, NATO'nun “soft-power” yüzüdür.



İkinci taktik ise, Afganistan ve Kafkasya fideliklerinde üretilmiş bir “İslâm Terör” tehlikesinin küresel düzeyde araçsallaştırılmasıdır. Trans-İran coğrafyanın başladığı noktada Tâliban; yine bu odaktan hareketle; Usame Bin Ladin'den Zerkavi'ye; veya El Kâide'den IŞİD'e, NATO'nun “hard-power” yüzü ortaya çıkmaktadır. Bu sâyede Afganistan ve Pakistan felç edilmiş; Kafkasya'da Rusya'nın “döşleri yoklanmış”, her ne kadar pratik olarak İslâmdan uzaklaştırılmış olsa da nüfusların kâhir ekseriyetinin Müslüman (ve de Türk) olduğu eski Sovyet ülkelerinden başlayarak Pasifik'e doğru , Çin, Malezya, Endonezya , Filipinler vd üzerinde büyük bir baskı kurulmuştur. (Sürecin bir de Afrika ayağı olduğunu unutmuyoruz)



NATO'nun Sovyetler Birliği'nin yerine İslâm'ı koyduğu; bunu da kökleri kültürel ve târihsel olarak çok derinlere giden bir tür Yeni Haçlılık olarak değerlendirenler var. Olabilir; ama hiç de önemli değil. Burada târihsel İslâm düşmanlığı vasatlardaki kamuoylarına nüfuz etmek için işlevsel olabilir. Ama daha esas olan NATO'nun dünya hâkimiyeti istencidir. Bu öyle bir istençtir ki, Avrupa'nın hizâya getirilmesini de içerir. Hiç düşündünümüz mü; neden IŞİD, ikide bir Fransa'yı ve AB'nin merkezi olan Belçika'yı vurur? Yeni NATO konsepti ister istemez “NATO'ya karşı NATO” stratejilerini de içeriyor. Örtük olarak “En hakikî,Öz NATO” ile “olmasa da olur bir NATO” arasında bir ayrışma yaşanıyor. Brexit'in bunun su üzerine vuran kısmı olduğunu düşünüyorum.



Artık hayli berrak görülüyor ki, NATO bütün dünyâ nüfuslarına iki seçenek dışında bir seçenek bırakmıyor. “Ya kuzu kuzu dönüş; istediğim kıvama gel; veyâ ben seni canından bezdirecek teröristleri üzerine salmayı bilirim” diyor.



NATO'nun “Renkli Devrim” ihrâcı ile “Terör” ihrâcı arasında salıncaklanan siyâsetleri dönüşümlü; ardışık ; hatta örtüşük olarak devreye sokuluyor. Bunu en çarpıcı olarak Ortadoğu'da gördük. Arap Bahârı ile virân olmuş Ortadoğu arasında bir göz kırpımlığı kadar zaman geçti. Hepsi o kadar.



Gelelim bu devirdeki Türkiye-NATO ilişkilerine… Türkiye, Batı'ya bakan yüzü ile bıktırıcı bir AB mâcerasına sokuldu. Bu aynı zamanda AB'nin de Türkiye ile bıktırılması anlamına gelir. Doğu'ya bakan yüzü ile Türkiye, uzun seneler boyunca İran'a karşı elde tutuldu. İçerde ise, yine seneler boyu (1980'lerden 2000'lere kadar) İMF ve onunla işbirliği içinde olan NATO'cu komprador unsurların iç talanı ile zayıflatıldı. Başına bir de PKK terörü musallat edildi. 2000'li senelerden başlayarak Türkiye çok ilginç ve yerleşik NATO konseptlerini zorlayan bir dönüşümü yaşadı. Kendi ayakları üzerinde durabilen; üstelik bunu demokratik temelde başaran bir dinamizm ortaya koydu. Bu dinamizm örtük düzeyde; NATO'culuk ve anti-NATO'culuk arasında, sapla samanın birbirine karıştığı bir gerilimi başlattı. Devam edeceğim….


#NATO
#AB
#Sovyetler Birliği
8 лет назад
Muhtasar bir NATO hikayesi (2)
Sözleşmeli personel, sorunlarına çözüm bekliyor
Ölümden bir Nayde geçti
Memur ticaret yaparsa devleti alır devleti satar
Hesap ve muhasebe
“Almanlar et başında”