|
Paradigma

Türkiye “eksik öz kavrayışlar” diyârı. Düşünce ve değerler târihimizin de bununla mâlûl olduğunu söyleyebiliriz. Ne kadar bir farkındalık konusudur bilemiyorum ama, özellikle de 15 Temmuz travmasının ardından bu sorun daha belirgin bir şekilde ortaya çıktı.



Düşünmek bazı temel farkındalıklar sağlandığı zaman derinleşebilen zihinsel süreçleri anlatıyor. Farkındalık boşluğu üzerine gelişen düşünceler ise kavramsal-söylemsel ihtişâma sâhip olsalar da zaman içinde sığlaşıyor ve pratik sağlamalardan başarıyla çıkamıyor.



Farkındalık; evvel emirde târihsel düşünebilmeyi ; yâni zaman-mekân diyalektiği kurabilmeyi gerektiriyor. Eğer dikkât edilecek olursa Modern Türk Düşünce Târihi daha ilk elden şekilleniş dönemlerinden başlayarak “târihsel durumlara” dâir şikâyetlerin dile getirildiği entelektüel bir repertuaru düşündürüyor. Buradaki bölünmeler “örtüklük” ve “açıklık”; “kısmîlik” ” ve “toptancılık” üzerinden ortaya çıkmaktadır. Şu da kaydedilmelidir ki, genellikle “kısmîlik” “örtüklük”; açıklık” ise “toptancılıkla” eşlenmiştir. Meselâ akımlar târihi îtibârıyla bu bölünmeler çok kolay anlaşılabilir. Târihsel birikimlere dâir örtük ve kısmî şikâyetler; alla turca bir “ihyâcılık”; “açık” ve “toptancı” şikâyetler ise yine alla turca bir “devrimciliği” beslemiştir. Her iki eğilimde de şu veyâ bu oranda bir “tasfiyecilik” ve “müdahalecilik” dikkât çekici bir ortak payda olarak tezâhür ettiğini de dikkâte almak gerekiyor.



Bir başka ortak payda da teolojik tavır olarak da nitelenebilecek “metinselcilik”dir. Burada kâdim metinlerle modern metinlerin kıran kırana çarpıştırılmasına çok da aldanmamak gerekiyor. Aslında bu bana çok defâlar sıfır toplamlı bir oyun olarak gözükmüştür. Temelde durum hiç de şaşırtıcı değildir. Târihsellikten şu veyâ bu sâikle kopmak, kaçınılmaz olarak, ister bir “Altın Geçmiş” ile eşlenmiş , ister eşlenmemiş olsun bir gelecek kurgusunu doğurur. Her teolojik hâl yedeğinde bir telos saklar.



Iskalanan ise her durumda “târihsel insanlık durumları” ve bu stoklarda yatan “târihsel imkânlardır”. İnsanlık durumları ara durumlardır. Bizzât târih maksimlere yanaşmayan bir “ara durumlar” manzûmesidir. İşin sabır, ihtimam, isteyen; anlaşılması ve kavranması “nicelik ahlâkını” gerektiren tarafı da budur.



Yeniden metinlere dönelim. Burada ilginç bulduğum bir evrilme ve bir iç-bölünme var. “Kısmici “ve “örtük” bakışın dayandığı metinler zaman içinde “kadimci” niteliğini keskinleştirebiliyor. Bu yaklaşım, öncülerin ihyâcı telifciliklerinden arınıp özcülüğe kayan tuhaf bir evrilmeye işâret ediyor. Bu evrilme “genel esaslı” düşüncelerin özellikle kentleşme dinamikleri üzerinden yeni ihtiyaçları esas alan pratisyen bir niteliği var.



Özcülük , ilki “açılımcı”; diğeri ise “kapanmacı” olmak üzere çift yanlı bir işlev görebiliyor. Bir tarafıyla insan hayâtının en küçük ayrıntılarına varıncaya kadar düzenlenmesini, yâni günlük hayât mühendisliğini dayatıyor. Bu mühendisliğin bâzı târihsel kodlarla görece bir alışverişi mevcut ama “muhtevâ” açısından “târihsel çevre” ile hiçbir bağı yok. Günlük hayat ile yetinmeyen ve entelektüalist açılım peşinde koşan bir diğer varyant ise tuhaf bir savrulmayla “kadim metinleri” , seçmeci yakınlıklar üzerinden belledikleri pek çoğu Anglo-Sakson menşeili “ecnebî metinlerle” harmanlıyor. Gelelim “kapanmacı” ikinci ayağa: Burada özcülük kendi içine kapanarak pratik düzlemde o denli büyük boşluklar doğuruyor ki, bu boşlukları dilediğiniz herşey ile doldurabilmek mümkün oluyor.



Târihsel çevreden kopuk bir özcülüğün pratikleri de aslında birer ara durum olarak tezâhür ediyor. Ama öz tatmin ve beklentiler açısından bu pratiklere verilen anlam bu değil. Çok ama çok daha fazlası…



Târihselci bakış oturmadığı için bir başka alanda da büyük bir değer sorununu yaşıyoruz. Bu, temelde târihsel çevreden kopuk düşünmeyi olağanlaştırmak bir yana kutsallaştıran “toptancı” ve “açık” şikâyetçilerde çok belirgin. Onların gözünde herşey çok kötü ve giderek de kötüleşiyor. Arada bir şeyler “iyi” kalıyorsa bu da “başkaları” onlara “iyi” dediği içindir. Bu değerleme duygusunun ne kadar zayıfladığını gösteriyor. İyi de, “örtük” ve “kısmî” şikâyetçilerin buna hangi kapasite(kapasite) ile cevap verebileceklerini düşünebiliriz ? Burada kültürel dünyâmızın taktikleri devreye giriyor. Ucuz bir romantizm ve yine en az o kadar ucuz popülizm en başta gelen araçlar.



15 Temmuz'un gerçekleri esaslı bir paradigma dönüşümünü gerekli kılıyor. Bir vurguyu el yordamı ile kazandık: yerlilik… Ama kültürel-entelektüel sermâyemiz bu vurgunun içini doldurmaya ne kadar elveriyor, göreceğiz….


#15 Temmuz
#Modern Türk Düşünce Târihi
8 yıl önce
Paradigma
Bu başarı hepimizin
Bin Kayrevan’dan bir Kayrevan’a
Herkeste bir ‘ben’ var, bir de ‘gerçeklik’…
Yatırım grevi
Gölge oyunu...