Hâl böyle olunca, kalanların nasıl bir tepki verdiklerini tâkip edeceklerini düşünebiliriz. Anti-terörizm tuhaf kültürel katmanlardan oluşuyor. Bir kere terörün konsolide dünyâsını düşündüğümüz zaman, o ana kadar organize olmayan, sâdece o olayla konsolide olabilen ve daha sonra dağılması mukadder olan bir kamuoyuna karşılık geliyor. Arada orantısız işleyen bir bağımlılık ilişkisi var. Terör, böyle bir anti-terör kamuoyu karşısında kendisini dâima belirleyici hissediyor. Biliyor ki, bu kamuoyu aslında kendi eyleminin bir fonksiyonu. Eğer eylem yapmazsa böyle bir kamuoyu mevcut mu, değil mi belirsiz kalıyor. Haydi Avrupa kamuoyunu ele alalım ve düşündüklerimizin somut karşılıkları üzerinden bir sağlamasını yapalım. Belçika'daki terör eylemi olmadan bir gün önce Belçika'da veyâ Brüksel'de hayât nasıldı? Bu soruya “olağan”, veyâ “normal” cevapları gelecektir. Ne demektir bu? Bu olağanlık veyâ normallik açımlanamazsa anti-terör dünyâ da anlaşılamaz.
“Normallik” ve “olağanlık” dediğimiz olgu nedir? Bunun modern dünyâdaki en beylik tasvîri; “herkesin kendi işinde gücünde olduğu “ bir dünyâdır; ama büyük bir umursamazlık ve aldırmazlık içinde. Sosyolojik bir terimi seferber ederek söyleyelim; “sosyal kayıtsızlık”tır bu. Bu aynı zamanda modern medenîlik kavrayışının temel kodudur. Birbirini tanımayan, tanıması da mümkün olmayan milyonlarca insanı, adına kent denilen devasa üretim ve tüketim merkezlerinde buluşturan bir dinamizmi güvenli kılmanın yegâne sübabıdır bu. Yâni medeni bir hayat tasavvuru modern dünyânın moral öncülü ve belirleyicisi değildir. Medenîlik iddiası, modernliğin sosyolojik nesnel zorunluluğudur. Burada insanları birbirine “tanış kılmak” hedeflenmez. Tam aksine, insan teklerinin “bireyselleşme” adı altından yalnızlaştırılması, verimlilik temelinde, ödüllendirilme garantisi verilen acımasız bir rekâbete sokularak egosantrik güdülerle donatılması yatar. İnsânî mâliyeti yüksek bu haşin süreci yönetebilmek için medenî hayat tarzının kodları aşılanır. Yâni insanlara “işine gücüne bak”, kodlanmış nesnel işbirliği dışında “kimse ile temas kurma” denilmektedir. Formel anlamda bireysel haklar ve özgürlükler dediğimizin aktüel karşılığı ; “bireylerin birbirlerine bulaştırılmadan uyumlulaştırılması”dır. “Kimseye bakma”, bakışmak zorunlu ise kibarca (sahtekârca) gülümse, “Günaydın” de ve geç. Bireyselliğine müdahale eden olursa, daha garantilisi, sana müdahale edilmiş olduğunu hissedersen en yakın güvenlik birimine şikâyet et”. Bireysel hak ve özgürlüklerimizin aslında bizi disipline eden süreçlerin karşıtı değil; diyalektik olarak onun içinde gerçekleştiğini unutmak meselenin en acı tarafıdır.
Modern medeniyetin, kadim medeniyetlerden farkı, “tanışma” tecrübesini bilinçli bir şekilde ıskalaması; Levinas'ın yazdığı gibi bu tanışma tecrübesinin ilk adımı olarak “görme”nin karartılması, gözün perdelenmesidir. Modern medeniyet harmanlanmaya inanmıyor. Bunu ayrıca tehlikeli buluyor. Özcülüğü, sterillik tutkusunu da bunun için yüceltiyor. Bu dâirede işinde gücünde olan herkes birer konformist olarak, tanım gereği mâsumiyet kazanıyor. Ama bu mâsumiyet ağır bir suçun işbirliği içinde gerçekleşiyor.
Terör medeniyeti Aşil topuğundan vuruyor ve teslim alıyor. Bu savruk kitlelerin insanları, terör ancak kendi dâireleri içinde ortaya çıktığı zaman “alârme” oluyor. Terör, uzağındaki toplulukların yaşadığı umurunda değil. Hattâ, sanki can yerine “patlıcan” taşıyan medenîleşmemiş bu ilkellere müstahak bir şey.
Medenî dünyâ kamuoyu olarak tasavvur ettiğimiz bu sanal gerçekliğin dargörüşlülüğü, zayıflığı, kırılganlığı, şaşkınlığı, kolay teslim alınabilirliği de burada ortaya çıkıyor. Yapabildiği, toprağı bol olsun, J.Baudrillard'ın nâfile gördüğü gibi terörü diabolik terimlerle terörü özneleştirmek. Korkuyor, dehşete düşüyor, kızıyor, lânet okuyor, mumlar yakıyor, çiçekler bırakıyor, barışcıl âyinler düzenliyor. Fransa'da bunlar yapıldı da, Belçika'daki saldırıyı engelledi mi? Buna mukâbil terör odaklarının eli rahat. Şeytanlaştırılmaktan başka mahkûm edilecek bir kötücül durak zâten yok. Hiçbir şeytan kovma âyininin şeytanı dizginlediği görüldü mü? Gâliba şeytanı bu dünyâda en fazla rahatlatan görüldüğü her yerde dışa atılması ve dışarıda tutulması.
Belçika kamuoyu, Sabancı suikastının fâilini Türkiye'ye iâde etmezken neredeydi? Alay eder gibi Türkiye Cumhûriyeti'nin Başbakanı Brüksel'e geldiğinde açılan terör örgütünün çadırı, Belçika'nın “onuru” denilip özgürlükler hânesine yazıldığında ne yapıyordu Belçikalılar? Barışcıl Belçika kamuoyu egosantrik şekilde pay aldığı refâhının, genel ekonomisi içinde dikkât çeken bir paya sâhip olan bir militarist sanâyiden geldiğini bilmiyor mu? Bu küçücük ülkenin dünyânın sayılı silâh üreticilerinden birisi olduğunu hiç sorguluyor mu?
Terör içinde yaşadığımız dünyânın marjında, kıyısında ve köşesinde değil; bizzât içinde. Uzağımızda değil, yakınımızda. Bütün gayrı insânî tesirlerine rağmen küreselleştirme, hiç değilse bunu ortaya çıkardı. Büzüşmüş bir Avrupa bir yol ayırıma geliyor. Böyle neo-pagan şeytan kovma ayinlerine devam edip gömülecek; veya çin ezber konseptlerini gözden geçirip, yeni bir açılım yapacak. Göreceğiz…