|
Siyâsetin cilveleri

Modern bakışın en mühim zaaflarından birisi de, olguları “siyah-beyaz” ayırımına tâbi tutmasıdır. “İyiler- kötüler”, “doğrular-yanlışlar”, “güzeller- çirkinler” modern anlayış ve kavrayışın içinde cetvelleşir. Kaçış yoktur. Ya birisi yâhut diğeri olacaktır.



Aslında bu, antikitede önce Eflâtun'un matematik düzlemde başlattığı, daha sonra da onun talebesi olan Aristo'nun mantıksal temelde işlediği bir bakıştır. Meselenin, diyalektik karşıtlığından türediğini düşünüyorum. Burada âdeta “hikmet” ile “felsefe” karşı karşıya gelir. Diyalektik hikmetli; hikmetli oluğu kadar da gerçekçi kadim bir bakışı ifâde eder. Ona göre evrende herşey, kendi hâline bırakıldığında kaçınılmaz olarak aşırılaşır ve karşıtına savrulur. Aslında bu kaosu tanımlar. Felsefe, bu kaotik durumu aşmanın iddiası ile tezahür etmiş; logosu, yâni aklı devreye sokarak kaosun nasıl aşılabileceğine adanmıştır. Eflâtun maddî gerçekliği tümden reddediyor; iflâhını gayrı kâbil buluyordu. Ona göre yapılması gereken, matematik temelli felsefî akıl yürütmeyle “ideal” olanı keşfetmek ve yeryüzüne giydirmekti. Talebesi Aristo, bu idealist bakışın imkânsızlığını kestirmişti. Önce ideal-dünyevî ayırımını reddetti. Bunun yerine “madde-form” ayırımını koydu. Madde olana anlam verecek olan onun formuydu ve her madde kendi formunu bulmaya adanmıştı. Bu işin bir “ölçü” işi olduğu da âşikârdı. Ölçü, aynı zamanda etik bir ilkeydi. Yapılması gereken, maddî ve mânevî olarak, kaosa yol açabilecek sakatlanmaları engellemek adına her şeyi ölçülendirmek ve kendi dengesine kavuşturmaktı. Aristo'nun meşhur “tasımsal” ; yâni her varlığı kendisiyle özdeş ve saf kılan mantığı buna adanmıştı. Ya siyah, yâhut beyaz olunurdu. Çin diyalektiğini sembolize eden, Ying-Yang bulanık ve sakat bir durumdu. Siyah ve beyaz burada karışıyordu. Bunu aşmak ve evreni dengeye getirecek ölçüleri ancak siyahın dibine kadar siyah; beyazın ise dibine kadar beyaz olduğu bir mantık ile aşmak mümkündü.



Bu bakış modernlik öncesi dünyâda çok rağbet görmüştür. Özellikle ortodoks dînî yorumlar; tekmil teolojiler, siyâsal iktidar konsolidasyonlarıyla el ele, tam da Eflâtun-Aristo mirâsına sâhip çıkar.



Modern dünyâ, bu bakışın sürdürücüsü ve daha da radikal düzeyde azmettiricisidir. Vattimo gibilerin modern-seküler dünyânın, geleneksel dünyânın bir versiyonu olduğu husûsundaki vurgularını çok kıymetli ve iknâ edici buluyorum. Modern dünyânın, çeşitli düaliteler geliştirerek kendisini geleneksel dünyâdan ayırma tutkusu nihâî tahlilde çok aldatıcıdır. Alev Alatlı'nın derin bir kavrayışla kaleme aldığı Schrödinger'in Kedisi romanında bu süreklilik modernleşen Türkiye temelinde çok çarpıcı bir şekilde anlatılır. Einstein'a gelinceye kadar etkili olan modern Kartezyen fizik, modern felsefe, sosyoloji, ideolojiler nihayetinde birer teolojidir. Bizzat modern teolojiler de bundan nasiplenmişler ve meselâ diyalektik kavrayışta ısrar eden tasavvuf aleyhtarlığını derinleştirmişlerdir.



Sonuçta ne mi oldu? Einstein'ın görecelilik teorisi ve ardından gelen Heisenberg fiziği ve nihâyet Hawking'in yeni(?) temellendirmeleri bizi yeniden, orijinal din ve târihsel hikmetle buluşmanın imkânlarıyla donattı. Tabiî ki bu evrensel ölçekte ve hayâtın her alanında tamamlanmış bir süreç değildir. Teolojik tortular varlığını sürdürüyor. Özellikle de siyâsette bunun etkileri daha uzun bir süre devâm edecek gözüküyor. Siyâset halâ kesif olarak “siyah-beyaz” ayırımlarının etkisi altında. Ezelî, ebedî dostlar ve düşmanlar ayırımı devâm ediyor. Sâdece devâm etmiyor; derinleşip keskinleşiyor da. Meselâ anaakım siyâsal Avrupa düşüncesi, halâ bu ayırımların etkisi altında. Mühendislikler, Kartezyen olandan belirsizlik mühendisliğine doğru hızla evriliyor. Ama siyâsal -kültürel dünyâlar sekterliklerini muhafaza ediyor.



Sayın Ahmet Davutoğlu'nun akademik kariyerinde geliştirdiği; Dışişleri Bakanlığı sırasında icraatını yaptığı “komşularla sıfır sorun” doktrininin serencâmı bana bu konuda çok tipik geldi. Hatırlayalım; bu doktrin kısa sürede çok çarpıcı gelişmelere yol açtı. Bir yandan Ermenistan ile “târihsel barış”ın şartları zorlandı. Diğer yandan İran, Sûriye, Irak ve Balkan komşularımızla mühim yakınlaşmalar sağlandı. Arap Baharı'nın ilk etabında, süreci konsolide edebileceğimiz bölgesel bir iklim desteği de elde ettik. Sonrasında ise herşey alt üst oldu. Ermenistan kapıyı kapattı. Mısır'da darbe oldu ve Mursi devrildi. Ardından Türkiye-Mısır ilişkileri dondu. Mavi Marmara olayının ardından Türkiye- İsrâil yakınlığı sona erdi. Sûriye'de ise tam bir felâket yaşandı. İç savaş başladı. Ardından IŞİD zuhûr etti. Kürtler Rojawa'da bir nüfûz bölgesi oluşturdular. İran, Esad'ın yanında ve Türkiye'nin karşısında sürece dâhil oldu. Nihâyet Rusya Sûriye'ye girdi. Türk-Rus ilişkileri alt-üst oldu. Derken uçağın düşürülmesi, ambargo… Bu tablo bizim kolaycı muhalefetin çok işine geldi. Mal bulmuş Mağribî gibi; “Gördünüz mü, hani komşularla sıfır sorun olacaktı?” gibisinden sığ bir muhalif söylem geliştirdiler.



Şu aralar garip şeyler oluyor. Bir yandan İsrâil ile ilişkiler çetin gitse de belli bir olgunluk düzeyine ulaşmış gözüküyor. Rusya'dan hafif hafif yakınlaşma emâreleri geliyor. İran-Türkiye arasındaki buzlar eriyor. Amerika ve bizzât Esad, PKK-PYD senaryosuna sırt çevirdiğini açıkça beyân ediyor. Sayın Erdoğan, Obama ile başbaşa görüşüyor. Avrupa-Türkiye yakınlaşması yeniden başladı. Anlaşılıyor ki, önümüzdeki dönemde pek çok sıkıntı aşılacak.



Diyalektik işliyor. Siyâsette de ezelî ve ebedi dost ve düşman yok. Tabiî ki her diyalektik savrulmalar bir şeyleri de eksiltir. Gâliba maharet, siyâset denilen kırçıllı oyunu usûlüne göre oynamak ve geçişleri savrulma olmaktan çıkarıp az kayıplı, kimbilir belki de kayıpların ihmâl edilebilir olduğu zarif geçişlere dönüştürebilmek.


#Modern bakış
#Siyâsetin cilveleri
#Rusya Sûriye
8 yıl önce
Siyâsetin cilveleri
Bu dünyadan Bauman geçti
Dövizde çözülme hızlandı: Bir haftada 15 milyar USD
“Evine dönemezsin...”
Antisemitizm, 7 Ekim ve Biden’ın Vietnam’ı
Yangından mal kaçırma: Terör örgütü ABD’den tanınma istiyor!