|
Siyâsetin ölçümlenmesi
Hiç unutmam; seneler evvel henüz Yüksek Lisans aşamasındayken aldığım Siyâset Biliminde Metod Dersinin hocası; “Arkadaşlar, siyâsal süreçlerin ancak %10 kadarını, neden-sonuç ilişkisine dayalı bir düzenliliğe oturtabiliyor ve matematiksel- işlemsel bir dile aktarabiliyoruz” demişti. Hattâ bir adım daha ileri giderek Ekonomi Bilimini işâret etmiş; bu alandaki “bilimselleşme” oranının yaklaşık %30 mertebesinde olduğuna değinmişti. Toy bilimadamı adayları olarak pek çoğumuzun, bu haber karşısında şoke olduğumuzu hatırlıyorum. “Ne yâni” demiştim; “Herşey bu %10 için mi? Geri kalan % 90 ne olacak?” Ders çıkışında, üniversitenin koridorlarında dolaşan ekonomi hocaları ve asistanlarına gıpta ile baktığımı hatırlıyorum(!).

Anlattığım bu olay 1980'lerin hemen başlarında yaşanmıştı. Bugün Ekonomi Bilimi; neredeyse %90'lara varan bir işlemselleşme “başarısı” sağladı. Ama bu “başarı”; ekonomi bilgilerimizi insansızlaştırmanın en fetiş düzeylerine işâret ediyor. Ekonomide insanı değil, faiz-dolar ekseninde sâdece ekonomik (parasal) işlemleri konuşuyoruz. O zaman da herkes, başta Tahtakale simsarları, bankacılar, brokerlar olmak üzere ekonomist olabiliyor.

Siyâset ise “bilimselleşmemekte” direniyor. Siyâsetin ölçülebilir hâle gelmiş kısmı hâlâ %10'larda yüzüyor. O bile zaman zaman şaşıyor. 1 Kasım seçimlerindeki “ölçme” ve “tahminde bulunma” başarısızlığı bunun tâze bir göstergesi. Ama, hâlâ içinde kanlı-canlı “insanı” konuşabildiğimiz bir alan bu. Artık ekonominin bir büyüsü kalmadı. Ekonomi sâdece rakam fetişizmi üzerinden yürütülüyor. Siyâsetin büyüsü ise olanca yoğunluğu ile devam ediyor; her türlü hesâbı bir anda çökertebilen, öngörülmesi başka tür akıl yürütmeleri gerektiren “insanlı” hâlleriyle. İnsan nihâyetinde biraz da “ölçülemediği” için insan kalabiliyor. İnsan, kobay hayvanları mertebesine inmiyor işte. “Denek” kelimesi Türkçede beni en fazla rahatsız eden kelimelerden birisidir. İnsan denek değildir; olmamalıdır da. Ben 1 Kasım Seçimlerinin sonuçlarını en fazla bunu gösterdiği için sevdim.

Daha derindeki mesele, bu rakam oyunlarının zihnimizi ne derecede kolonize ettiği ile âlâkalı. Bir tarafıyla, bu tahmin işleri; medyanın da verdiği etkiyle siyâsal bir lotaryaya dönüştü. Çeşitli Araştırma Şirketlerinin önde gelen figürleri, bu oyunda rol aldılar. Herkes günlerce; pek çoğu “rakamların efendisi” edâsıyla konuşan bu insanların ağzına baktı.

Bâzı araştırma şirketleri, “aslında bâzı şeyleri görmüştük; ama inanamadık ve kamuoyu ile paylaşmadık” gibi zevâhiri kurtarmak isterken ortalığı tümden batıran açıklamalarda bulundular. Nasıl olur da %41, birkaç ay içinde %49.5 olurdu? (Tam da burada Âdil Gür'ü cesareti için kutlamak boynumuzun borcudur).

Araştırma şirketlerinin günah çıkarma seanslarında kullandıkları bir ifâde; bana ayrıca dikkât çekici geldi: “Dip dalgalarını göremedik” dediler. Dip dalgaları dedikleri şeyi biraz açmak gerekiyor. Siyâsal tercihlerin dünyâsı karmaşık sâiklere dayanıyor. Bu sâiklerin önce hangi toplumsal dinamiklere karşılık geldiğinin doğru kavranması gerekiyor. Bu kavrayış ise siyâsal teolojilere dayalı olarak anlaşılamaz. Dip dalgaları olarak tanımlanan her şey aslında günlük hayâtın içindedir. Onları dipte olup biten bir şey olarak görmek siyâsal teolojilerin köreltici etkisinden başka bir şey değildir. Bana öyle geliyor ki, Araştırma Şirketlerinin pek çoğunda böyle bir okuma yok. Yâni, ölçümleme işini dayandıracak bir ön kavrayışları yok. Toplumsalı bir tabula rasa olarak görüyorlar. Bu boşluğu ise, siyâsal teolojilerinin dayattığı ve hayâtta karşılığını bulmanın neredeyse imkânsız olduğu zihinsel emperatifler alıyor. Verilerin mâkul olması, siyâsal teolojilere uygun olması olarak anlaşılıyor. %41 alan bir partinin, birkaç ay sonra %49.5 alması “mâkul” gelmiyor onlara. Çünkü “mâdem düşüş başladı, o hâlde devam edecek”; veya “artsa bile ne kadar artar ki?” gibisinden basitçi bir bakışları var.

Burası; târihsel-sosyolojisi basitlemeler ve yakıştırmalar kaldırmayan, siyâsal teolojilerin kurduğu rasyonalitelere sığmayan bir toplumsal havzasıyla Türkiye'dir. Düşünmek biraz da şaşırmayla ayartılır. Şaşırmayan düşünüşünü derinleştiremez. Bu da bir çırpıda olmuyor. Önce bir refleks olarak Ortodoks dirençler gelişiyor. Batı sosyolojisini doğuran; 19. yüzyıldaki kaotik dinamikleriyle toplumsal karşısında şaşırmaktı. Bu şaşkınlık bir tepki olarak Ortodoks sosyolojizmi kurdurdu. Ama daha sonra Ortodoks eğilimler aşıldı ve toplumsalı, “kendisinde bir hâl” olarak görerek kavramak niyetini taşıyan aktüel sosyolojileri var etti. Türkiye'deki entelektüel vasatlar hâla, siyâsal ilâhiyatlarla da desteklenerek bu ortodoksiyi sürdürmekte direniyor. En azından bugüne kadar böyle oldu. 1 Kasım Seçiminin neticeleri bunu aşmak için bir fırsat olabilir.
#Siyâsetin ölçümlenmesi
#1 Kasım seçimleri
#Ekonomi Bilimi
8 yıl önce
Siyâsetin ölçümlenmesi
Kolonyalizm, oryantalizm ve Avrupa’nın taşralaştırılması
Kaleydoskop’un aynaları…
Güdümlü demokrasi, güçlü başkanlık...
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!