|
Son tren yolcusunu bekler…
Yaşadığımız gelişmeler, önümüzdeki yaklaşık on senelik bir dönemin nasıl yaşanabileceğine dâir ipuçlarını veriyor. Tablonun ilk bakışta insana iyimserlik vermediği ortada. Türkiye Cumhûriyeti nihâyet, dışında kalmaya çaba sarfettiği Ortadoğu'daki sıcak çatışmalara müdahil oldu. Bugüne kadar sınırlı destek verdiği Anti-IŞİD koalisyona gövdesini koyarak katılma kararı aldı ve Suriye'deki IŞİD, Irak'daki PKK hedeflerini vurdu. Peşinen buna bir bakalım.

Arap Baharı'nın açığa çıkardığı seçenekler îtibârıyla Türkiye, sâdece kendi açısından değil, dünyâ kamuoyunun kabulleri açısından da en mâkul olan kartı oynadı. Bu, mûtedil Sünnî kütlenin şiddet dışı ve demokratik meşruiyetçi çizgisini temsil eden İhvan hareketleriydi. Başlangıçta bu seçenek kazanıyor izlenimini veriyordu. Mısır'da ve Tunus'daki normalleşme süreçlerinin sonucunda İhvan hareketlerini temsil eden partiler iktidâra geldi. Ne var ki bu uzun ömürlü olmadı. Mısır'da darbe; Tunus'da ise seçimle İhvan partileri iktidârdan uzaklaştırıldı. Ben bunun iç yapılarla dış yapıların etkisi altında yaşanan bir süreç olduğunu düşünüyorum. İhvan yapılarının siyâsal tecrübesizliği ve beceriksizliği ve uluslararası müdahaleler birlikte çalıştı. Suriye'de ise süreç dramatik bir şekilde kilitlendi. Başlangıçta Türkiye'nin desteğini verdiği ve ılımlı bir çözüme oynayan Suriye'nin Dostları koalisyonu çözüldü.

Sonuç olarak İhvan'ın boşalttığı alana Sünnî kütlenin temsilcisi olarak, Irak ve Suriye'yi aşağı yukarı ortadan kesen bir taban üzerinden, inanılması güç mâlî ve askerî yapılarıyla IŞİD denilen bir kâbus devreye girdi. Bunun karşısına ise Îran destekli Şiî yapılar çıktı. Yâni, Türkiye'nin istediği “demokratik meşruiyetçi” çözümün yerini “mezhebî çatışmalar” almaya başladı. İçeride Gezi protestoları ve devlet içi bazı gizli yapıların komplolarıyla istikrarsızlaştırılmaya çalışılan Türkiye, diğer yandan da göç dalgaları ve insan ve silâh trafiğindeki açık konumuyla Suriye'deki kaosun bütün etkilerine mâruz bırakılarak yalnızlaştırıldı. Bu duruma karşı, siyâsal iktidârın geliştirdiği ve mayınlara basmamaya özen göstererek sık sık bizim de eleştiri konusu yaptığımız dirençler, Türkiye'nin Sayın Erdoğan yönetiminde otoriterleşmesi olarak dünyâ kamuoyuna lânse edildi. Son mizansen de AK Parti'nin kripto IŞİD olduğu yolundaki, siyâsal namertlik numûnesi olarak değerlendirdiğim yoğun kampanyalardı.

Doğrusu Türkiye bütün bu baskıları en az kayıpla karşıladı. Siyâsal iktidâr, ekonomisinin durgunlaştığı ve devlet-içi komplolarla kendisinin de alet edildiği kurumsal yıpranmalara rağmen bazı çok önemli adımlar attı. Bu sıcak dönemde yerel dinamikler üzerinden Kürt açılımını sırtlandı ve normalleşmeyi başlattı. Türkiye'de son üç seçim esenlikli bir şekilde yapıldı. AK Parti ilk iki seçimi (Cumhurbaşkanlığı seçimi ve yerel seçimler) kazandı. Son genel seçimde ise aldığı sosyolojik yenilgiye rağmen siyâsal olarak en az kayıpla işin içinden çıktı. 7 Hazîran seçimlerinin ardından Türkiye'nin bütün farklı kesimlerinin temsil edildiği bir parlamentoyu da olgunlukla karşıladı ve koalisyon kurmak sorumluluğunu sindirerek üslendi.

7 Hazîran seçimlerinin ortaya çıkardığı tablo, kimliklerin temsil meselesinin önünü açıyor. Süreci sakatlayan ise bu temsilin temsilcilerinin, yürütegeldikleri kimlik siyâsetlerini kemikleştirmek yolundaki sorumsuzlukları. 7 Hazîran seçimlerine CHP Alevîleşerek, AK Parti Sünnî temelde sağcılaşarak, MHP ise Türkçülüğünü derinleştirerek girdi. HDP 'nin konumu ise başlangıçta farklı gibi göründü. Ben bunun bir siyâsal ilüzyon olduğunu düşündüm ve ilk günden beri çeşitli vesilerle yazdım. HDP'nin Türkiyelileşmek iddiası reel düzlemde anti-Erdoğancı orta sınıf tepkilerden nasiplenmek için kurgulanan sun'i bir projeydi. (Değilse, seçimin hemen ardından Sayın Buldan; “Kürt coğrafyasının sınırları belli oldu” ifâdesini kullanmazdı) . Eğer HDP siyâsetleri iddiası temelinde ciddî olsaydı çözüm sürecini birlikte götürdüğü bir partiye bu denli keskin bir tavır almazdı. AK Parti'nin hatâsı ise bu oyuna fazlasıyla gelip, MHP'ye yakın bir kampanya yürütmesiydi. Her neyse olan oldu. Ama HDP'nin bugün her zaman olduğundan daha fazla Kürtçü bir çizgide olduğu bilinmelidir. AK Parti'ye IŞİD'in uzantısı olarak bakan, Rojawa üzerinden sözüm ona Türkiye siyâseti yapan, Kandil karşısında ezik ve bağımlı; yâni, siyâsal rüştünü bir türlü ıspatlayamamış olan, târihsel fırsatları fırsatçılığa dönüştüren, Kürt sorununu solculaştırarak saptıran HDP'nin sâdece Türkiye'ye değil, Kürtlere de büyük bir zarar verdiğini görüyorum. Rasyonel olan Kürt açılımını olgunlaştırmaya dönük adımları paylaşması ve Rojawa meselesiyle bu kazanımlar üzerinden ilgilenmesiydi. Ama görünen o ki öncelikler saptı. HDP'nin bütün adımları Türkiye'ye rağmen oldu. Bölgede normalleşmeyi çığrından çıkaran hareketlere eleştiri getirmeyi bırakalım, sâhip çıkan, memlekete 6-7 Ekim kanlı olaylarını yaşatan HDP, 7 Haziran seçimlerini bu heyecanı pompalayarak kazanmış olabilir. Ama bundan sonra yaşanacak gelişmeler bu partinin, normalleşmeyi tecrübe etmiş olan anaakım Kürt kamuoyunun desteğini bir daha alamayacağını gösteriyor. Sorumsuz kaba romantik siyâsetler, eğer böyle giderse Kürtler arasında zaten örtük olarak yaşanan bir iç savaşı körüklüyor. Herhâlde mâkul Kürt çoğunluk, savaş lordlarının keyfi olsun diye çocuklarının IŞİD ve PYD saflarında birbirlerini öldürmesini kabul etmeyecektir.

Gelinen aşama HDP'nin daha işin başında bütün etkinliğini kaybetmekte olduğunu işâret ediyor. Bir tür sfenks siyaseti yürüten MHP için söylenecek bir şey yok. AK Parti ve CHP'ye düşen ise, kimlik siyâsetlerini bir tarafa bırakıp süreci yönetmek, sonucu Kürtlere de yarayacak olan demokratik bir anayasa üzerinde anlaşmak ve gelişmelerin 1990'ların kaba güvenlikçi siyâsetlerine dönüşmesinin önünü birlikte almak olmalıdır. Umutsuz olmamak lâzım. Her zaman bir son tren vardır ve yolcusunu almadan kalkmaz...
#IŞİD
#Arap Baharı
#AK Parti
9 yıl önce
Son tren yolcusunu bekler…
Neden Şimdi?
Tevhid risalesi yazan Milli Eğitim Bakanı
Bir Başka Mesele: Kadın ve erkeğin ince ayarları bozuldu
Omelas’ı bırakıp gitmeyenler..
Tek bir zamana/ tarihsizliğe hapsedilmeye başkaldıran adam: Kadir Mısıroğlu