|
Hamza Yusuf’un yürüyüşü

Mark Hanson, ABD’nin Washington eyaletine bağlı Walla Walla kentinde doğmuş, sıradan bir Amerikalıydı. Katolik Hıristiyan bir baba ile Rum Ortodoks bir annenin oğlu olan Mark, küçük yaşlardan itibaren iyi bir eğitim aldı. Babasının teşvikiyle Katolik okulunda okumasına rağmen, zaman içinde Rum Ortodoks din adamı olma yönünde eğilim gösterdi. Kariyerini buna göre şekillendirmeye hazırlanırken, 1977’de -tam 17 yaşına bastığı yıl- geçirdiği bir trafik kazası her şeyi sil baştan değiştirecekti:



Kaliforniya’da gerçekleşen kaza, genç Mark’ı ölümle burun buruna getirmişti. O ana kadar hiç aklına gelmeyen bir gerçekliğe böylesine yaklaşmak, onu farklı din ve kültürlerin ölüme bakış açılarını ayrıntılı bir şekilde araştırmaya sevk etti. Önyargısız ve meraklı okumaların ardından, İslâm’ın ortaya koyduğu inanç sistemi ve bunun karşılığında vadettiği gelecek, Mark’ı derinden etkiledi. Ve o dönem için oldukça radikal bir karar alarak 18’inci doğum gününe birkaç gün kala Müslüman oldu. Anne-babasının sosyal hadiselere duyarlı ve muhtaçlara yardım kampanyaları düzenleyen insanlar oluşu da, Mark’ın kararındaki en önemli diğer etkenleri oluşturuyordu. İslâm’ın birçok emri, zaten pratik olarak yaşadığı bir süreçti onun için.

Mark Hanson, yeni ismiyle Hamza Yusuf, İslâm’ı seçer seçmez ABD’yi terk ederek İngiltere’ye gitti. Amacı çeşitli Müslüman gruplarla daha yakın olmak, ardından da İslâm’ı derinlemesine öğrenebileceği bir eğitimden geçmekti. Londra’da tanıştığı Şeyh Abdullah Ali Mahmud’un kendisini Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) davet etmesi, Hamza Yusuf’un hayatında yepyeni bir sürecin başlangıcı olacaktı: Dört yıl boyunca BAE’de Arapça öğrenen Hamza Yusuf, daha sonra İslâm dünyasının klâsik ilim merkezlerini dolaşmaya başladı. Mısır, Tunus, Cezayir ve Fas’tan sonraki durağı Moritanya’da, ilmî serüvenini derinden etkileyecek isimle, Şeyh Abdullah bin Beyye ile tanıştı ve onun en gözde öğrencisi oldu.

Dünyanın dört bir yanında konferanslar veren, Amerikan üniversitelerine danışmanlık yapan ve öğrenci yetiştirmeye başlayan Hamza Yusuf, medyanın sağladığı imkânların da yardımıyla, kısa süre içinde dünya çapında üne kavuştu. Batı medyası sıklıkla “en etkili Müslüman düşünürler” listelerinde onun ismine de yer verdi. Şeyh Abdullah bin Beyye’nin ABD ve Avrupa ile temaslarını sağlayan Hamza Yusuf, adeta “şeyhi” durumundaki Bin Beyye’nin hem tercümanı hem de Batı dünyasındaki gözü-kulağıydı. Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu çok sayıda İslâm ülkesiyle kurulan bağlantıda, tüm bu temas trafiğinin etkisi büyüktü. Bu çerçevede, Hamza Yusuf’un “Rıhle” unvanlı eğitim kamplarından birkaç tanesi de Türkiye’de icra edildi.

“Arap Baharı” adı verilen bölgesel türbülans sürecine kadar, Hamza Yusuf ve Şeyh Abdullah bin Beyye’nin çizgisi Ortadoğu’nun genel gidişatıyla uygunluk arz ediyordu. Bölge ülkeleriyle siyasî ve dinî temas rutin biçimde sürüyordu. Hamza Yusuf, 2009’da Berkeley-Kaliforniya’da kurduğu Zaytuna College üzerinden ilmî faaliyetlerini artık kurumsallaştırmış, Bin Beyye de merkezi Katar’ın başkenti Doha’da bulunan ve başkanlığını Şeyh Yûsuf el Karadâvî’nin yürüttüğü Dünya Müslüman Âlimler Birliği’nde “başkan yardımcılığı” görevini üstlenmişti. Derken, tıpkı 1977’deki o trafik kazası gibi, bölgede meydana gelen bir “kaza” -3 Temmuz 2013 Mısır askeri darbesi- Hamza Yusuf-Abdullah bin Beyye ikilisini bambaşka bir yola soktu.

Şeyh Abdullah, darbeden kısa bir süre sonra, o zamana kadar “asrımızın şeyhülislâmı” olarak övdüğü Yusuf Karadâvî’nin yanından aniden ayrıldı; Katar’ın başkenti Doha’dan BAE’nin başkenti Abu Dabi’ye taşındı. Ardından, Abdullah bin Beyye’nin başkanlığında, Abu Dabi merkezli yeni bir oluşumun kurulduğu duyuruldu: “Müslüman Toplumlarda Barışın Yayılması Forumu.” Forumun başkan yardımcılığına Hamza Yusuf getirildi. BAE yönetimi bununla da kalmadı. Ülke tarihinde ilk defa “fetva konseyi” teşkil edilerek, başına Şeyh Abdullah bin Beyye atandı. Sadık talebesi Hamza Yusuf da elbette konseyde üye sıfatıyla yer aldı.

Şeyh Abdullah’ın başkanlık ettiği forumun geçtiğimiz ay Abu Dabi’de düzenlediği uluslararası toplantının açılışında BAE yönetimine övgüler yağdıran Hamza Yusuf, hocasıyla birlikte sürdürdüğü siyasi yürüyüşün geldiği noktayı da gözler önüne seriyordu. Yusuf’un, BAE’yi hoşgörü, anlayış, huzur, emniyet ve sivil toplumun gelişimi açısından örnek bir ülke olarak nitelemesi, -haklı olarak- hem şaşkınlığa hem de tepkiye neden oldu.

Aslında bakılırsa, ortada şaşıracak bir şey de yoktu. Başlarda Amerikan dış politikasına karşı oldukça keskin ve eleştirel bir dil kullanan Hamza Yusuf, 11 Eylül 2001 saldırılarının yaşanmasından sonra hızlı bir şekilde makas değiştirerek, George Bush yönetiminin akıl danıştığı isimlerden biri haline gelmişti. Batı dünyasında (ve şimdi de Körfez’de) histeri halini alan “Siyasal İslâm” nefreti, Hamza Yusuf’la tüm bu çevreleri buluşturan ortak paydalardan biriydi.

Buradaki tartışma, Hamza Yusuf’un BAE’nin mevcut politik duruşunu nasıl içine sindirebildiği değil. Ondan daha çok, Ortadoğu ve İslâm dünyasındaki her türlü “İslâmî” teşebbüsü boğmayı hedef haline getiren bir yönetimin, Hamza Yusuf’u neden baş tacı ettiği üzerinde düşünmek gerekiyor. Bunu düşünmesi gereken de, başta Hamza Yusuf’un kendisi.

Bunca parlak bir kariyerin, “Birleşik Arap Emirlikleri’nin meşruiyet aparatı”, “Abu Dabi dış siyasetinin ekran yüzü” ve “coğrafyayı fesada veren bir çizginin avukatı” sıfatlarıyla sonlanması, şüphesiz ki trajik bir final olacaktır.

#Mark Hanson
#ABD
#Hamza Yusuf
#BAE
#Ortadoğu
5 yıl önce
Hamza Yusuf’un yürüyüşü
Zihniyet nasıl değişir? Değişir mi?
22 yıl sonra ‘kuvvet politikasına’ dönüş
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı